vah vah, hanimiş benim koca bebeğim

452 61 25
                                    

yoongi'nin annesi dünyalar kadar güzeldi.

uzun, simsiyah saçları vardı. gözleri, kirpikleri, küçük burnu, pembe dudakları... öyle zarif, öyle hoş bir hanımdı ki. bir bakıp bir daha bakmayan yoktu. uzun elbiseler giyerdi, bacaklarından uçuşur, parmakları incecik, kuğu gibi süzülürdü.

yoongi annesine çekmişti.

aklında ne tilkiler dolandığını bilirdi. erkeklerin kalplerini sökmek dışında hiçbir şey düşünmezdi o. onları koparmak, tırnaklarıyla parça pinçik etmek, çiğneyip tükürmek isterdi. onlara gülümserdi, çünkü onları öldürmeyi düşünürken başka hiçbir şey yapamazdı. işte böyle bir kadındı annesi. babasını da böyle kaçırdı işte deli, divane.

yoongi'ye bildiği her şeyi annesi öğretmişti. onunla hiç ilgilenmemişti. küçüktü, toydu, hiçbir şey bilmiyordu. kendi kendine büyümüş, kendi kendini yetiştirmişti, kendi kendini beslemiş ve uyutmuştu. bu yüzden belki de ona anne demezdi. kadın derdi, kadının biri, çok güzel kadının biri, evimde. evimin sahibi. ama sadece orada. bir biblo gibi, güzel bir heykel gibi camlardan dışarıları izler. benimle konuşmaz bile. sadece orada bir yer tutar. akşamları yatağıma gelir, ama masal okumaz. saçlarımı okşar. kulağıma eğilir. 

" sen her şeyden çok daha güzelsin. " diye fısıldar. " bunu asla unutma. " 

" etrafındaki herkesi çiğne at. "

" kimse senden değerli değil. "

" sen, kusurlusun. duygusalsın, ağlaksın, aptalsın. hepsi onun yüzünden. " 

" kendine gel, yoongi. kendine gel. özüne dön. özüme dön. bana dön. bana bak, yoongi. " 

yoongi annesine bakardı, ve kendisi gibi küçük olan gözlerinde, anne diyemeyeceği bir kadın görürdü. 

ona imrenirdi. ona çok imrenmişti, doğrusu. karakterini ona annesi tasarlamıştı. ona güzel olmayı, güçlü olmayı, istediği her şeyi elde edebilmeyi öğretmişti. yoongi'nin bir anneye ihtiyacı yoktu, sonuçta. ama bir akıl hocasına ihtiyacı vardı. onu güzelleştirecek, ona güç verecek, istediği her şeyi elde etmesini öğretecek birine. ve işte, orada duruyordu. ona bakan ve gururla gülümseyen bir kadın. yoongi ona bakıyor, küçük gözlerinde mutluluk görüyordu. ve başardığını anlıyordu. 

ama annesi, bugün ortalıkta değildi. 

şaşılacak iş değildi, doğrusu. onun ortalıkta olmadığı çok zaman olurdu. bugün özellikle onun ortalıkta olmaması çok işine yarıyordu, çünkü biricik oğlunu mutfakta çikolata parçacıklı kurabiye yoğururken görürse, zavallı kadıncağız çok sinirlenebilirdi. 

ah yoongi. vah yoongi. bu halin ne? annen seni eşek sudan gelene kadar dövse, yeri değil mi şimdi?

yoongi kurabiyeyi yoğurdu, yoğurdu, yoğurdu. ilk yapışı değildi. ama asabiydi. sevgisini değil, hırsını katıyordu harca. ne hallere düşmüştü? neler yapmıştı hayat ona? yumrukladıkça yumrukladı, çikolata parçacıkları karıştı, rengini verdi, dans ettiler adeta. ne adamdı, be. elinden gelmeyen iş var mıydı, gerçekten? 

vardı.

vardı ki, o an o mutfakta, o kurabiyeyi yoğuruyordu. 

bunu itiraf etmek istemezdi. hiç ama hiç istemezdi ama, bir sorun vardı. onda değil, canım. onda hiç sorun olur muydu? sorun, permalı'daydı. tanrı aşkına, ne vardı bu adamda? neden kuyruğuna dolanmıyordu? neden diğerleri gibi onu koridorda gördüğü anda aptal aptal sırıtmıyordu? neden ona aşk, sevgi, para vaat etmiyordu? kafayı mı yemişti? canına mı susamıştı, bu? yoongi'yi kurabiye yoğuracak kadar düşürmeden çok daha önce aşık olsa ne olacaktı sanki? 

troublemaker || taegi, vsugaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin