" yoongi, bak. "
" ne var? "
" ojeme bak. jimin sürdü. "
yoongi kafasını çevirdi, kızıl'ın parmaklarına baktı. bütün tırnaklarında siyah oje vardı. herifin elleri de pek güzeldi, yakışmıştı şimdi, hafifçe başını salladı.
" güzel olmuş lan. "
" sana da sürelim mi? "
" olmaz. "
" nedenmiş? randevuna şıkır şıkır gidersin. "
" of kapa çeneni be. "
bu randevu değildi. olamazdı da. o günkü ingilizce dersi biter bitmez yoongi permalı'ya bakmış, festivale davet etmişti. diz dize, göz gözelerdi. permalı elini yanağına dayamıştı, elinde bir kalem, hala o gün öğrendiği tense'i düşünüyordu, belli. bu yüzden bu soruyu aldığına şaşırmıştı. ama gülümsemiş, başını sallamıştı, dünden razıydı haspam. ona bir farklı bakıyordu artık. önündeki bütün dikenler temizlenmişti, şimdi permalı'yı kendi yollarında süründürmeye gelmişti sıra.
permalı da herkes gibiydi. hiçbir farkı yoktu. birkaç bukle, uzun kirpikler, güzel dişler onu herkesten çok çok daha iyi yapmazdı. bir kere, aklı yoktu. tabii ya. sadece güzeldi, çok güzel, ama aklı sadece havada fıstık yakalamaya yeterdi. zaten daha zeki olsa şimdiye çoktan ona aşık olmuştu. tabii, aklı olmayınca da, yoongi için çok zor bir hedef olmaktan çıkıyordu. çok da abartmaya gerek yoktu bu yüzden. gidecek, birkaç tezgah gezecek, biraz pamuk şeker yiyecek, sonra onu tatlı tatlı öpecekti, havai fişekler atılırken. gözlerine bakacaktı. ölmesini izleyecekti, yavaş yavaş, hem de onun için.
o kadar zevkli olacaktı ki heyecandan bayılası geliyordu.
" ee? " dedi kızıl, bacaklarını sallıyordu. " ne giyeceksin, bakalım? "
yoongi iç çekti.
permalı, kesin, basit bir hedefti. ama yine de bu yoongi'nin bir festivale ilk gidişiydi. her zaman mükemmel görünse de bu sefer daha mükemmel görünmek zorundaydı. eh, bunun için de moda uzmanı kızıl'ı işletmiş, eve çağırmıştı. kızıl kolay kolay evine gelmezdi, ya, bu seferlik oluvermişti. annesinden korkuyordu. kadın çok güzeldi, çok da nazikti, ama ilk kez tanıştığında ona bir dilim kek vermişti ve yoongi onu o keki yememesi için tembih etmişti. kadın erkeklerden genel olarak nefret ediyordu, ne yapabilirdi ki? biricik arkadaşından, suç ortağından, annesinin üzümlü keki yüzünden olmak istemiyordu her haliyle.
annesi evde yoktu. sağda solda süzüm süzüm süzülüp, melek gibi, komşuların aklını başından alıyor olmalıydı. yoongi'nin bir fikri yoktu, zira olsa da çok da önemli değildi. annesinin işine kimsenin aklı ermezdi. dolabına bakmaya devam etti.
" deri pantolon çok mu ağır kaçar? "
" e, herhalde. "
" yırtık kot? "
" olur, bak. üzerine de gömlek çek. "
" of, saçmalama. "
" ya gömlek giyeceksin, ya da büyük beden bir kazak. "
" neden? "
" seni daha sevimli gösteriyor da, ondan. "
yoongi pes etti. çok erken pes etti hem de, sadece bir saat sonra, kendini yatağa attı ve katır inatlı kızıl'a bıraktı her şeyi. kızıl seçti, taktı, takıştırdı, yoongi aynı bir bebekmiş gibi giydirdi, soydu, bir daha giydirdi, sonsuza dek. eğer ucunda çok tatlı bir zafer olmasa yoongi bunların hiçbirine boyun eğmezdi, hem de hiçbirine, ama eli kolu bağlıydı, maalesef. tabii, en sonunda yırtık kot ve bol kazakta karar kılmıştı beyefendi, aynı başta dediği gibi. yoongi itiraz etmemişti, çünkü bir yandan haklıydı, böyle büyük kazaklarda yoongi çok ufak ve sevimli görünüyordu, ve eğer ufak ve sevimli bir şey sizi durduk yere öpseydi, siz de ona aşık olurdunuz.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
troublemaker || taegi, vsuga
Fanficokulun haylaz çocuğu min yoongi dünya üzerinde ayartamayacağı hiçbir insanın olmadığını düşünüyordu. gerekirse tatlı dilini, gerekirse görünüşünü, gerekirse yeteneklerini kullanarak birçok insanı kendi peşinde köle edebilirdi. sadece bir göz kırpmay...