:]

447 53 34
                                    

" adi pezevenk, nasıl da parmağında döndürmüş beni. iblis. ben adamı gözünden tanırım halbuki, nasıl tanıyamadım bu itin eniğini? "

" yoongi ben yemin ederim seni anlamıyorum, ha. " kızıl ellerinin arasında oldukça pis bir basketbol topunu çeviriyor da çeviriyordu, üzerinde de bir sıfır kol. dikkati başından beridir yoongi'deydi ama yoongi işini pek kolaylaştırmıyordu, sanki. ufacık malzeme odasında volta atıyor, aynı yerlere onlarca kez basıyordu. hatta oda o kadar tozluydu ki ayak izlerini bile görmek mümkündü.

" neyi anlamıyorsun kızıl? illa seninle ilişkimi mi bitireyim? "

" hayır, yani- sen onu öpecektin, o seni öpmüş. ne var bunda? "

" ne Mİ var bunda?! "

" bak, hyung. " sevimli, kızıl'a bakmıştı. çocuğun üstünde hala okul forması vardı, gömleği bile tamı tamına iliklenmişti. ama öğrenecekti. öğrenecekti ya, vakti boldu. " yoongi hyung, bu taehyung denen çocuğu neden öpmeye çalışıyordu? çünkü öpüp, onu kendine aşık edecekti. ama ilk o çocuk yoongi hyung'u öptü, yani demek ki yoongi hyung'u kendine aşık etmeye çalışan o. ve yoongi hyung da bunu bilmeden, başından beridir onunla flörtleşiyordu. ava giderken avlanmış oldu. taehyung bizim hyung'u çiğ çiğ yedi- "

" tamam lan, sus. "

sevimli de zekiydi ya, bazen. sadece bazen.

kızıl onun dediklerini duyduktan sonra başını hafifçe iki yana salladı. " abartıyorsun. çocuk sana aşık işte, hallettin. sorun yok. "

" oğlum seni döverim ha. "

" dövsene lan. "

yoongi onun alnına bir fiske atınca kızıl'ın mızmızlanmasıyla beraber zil çaldı ve hepsi kendi sınıflarına doğru ayrıldılar. yoongi'nin biyoloji dersi vardı, tabii çok da bildiğinden değil, yoongi öyle bir ezik değildi, ama adamın köşeden döndüğü anda kendi sınıflarına gireceğini anlamıştı. sanki ona kapıyı tutar gibi açtı, gülümsemişti bir de. cazibesi hala yerindeydi tabii. biyolojici de gülümsemiş, içeri geçmişti, kucağında bir sürü kitap. bu adam kendine işkence etmeyi ne seviyordu, ya.

sırasının üzerinde bir kutu kahve vardı, üzerinde de bir işaret. ":]".

ulan n'oluyordu yine ya.

yoongi sırasının üzerinde hediye görmeye çok, çok alışıktı. kahveler, çiçekler, ufak kutular, büyük kutular, pelüş hayvanlar. metres gibi. bu yüzden nasıl tepki vermesi gerektiğini de biliyordu. hediyeye bakar, gülümserdi, beğenip beğenmemesi önemli değildi, başını kaldırır, sınıfa göz atardı. eğer birini çok kendini beğenmiş şekilde arkasına yaslanmış, ona göz kırparken görürse, utanmış gibi yaparak hediyeyi alır ve çantasına koyardı. çıkışta da ya bir anaokulu bahçesine fırlatırdı, ya da çöpe, eve götürecek hali yok ya? komik.

ama bu sefer öyle olmamıştı. sınıfta kimse ne göz kırparak, ne de gülerek, kıskanarak bile, ona bakmıyordu. kimse. biyolojici bile.

" yuh- yoongi omzumu çıkardın! "

" kız, bak bir. " yoongi sıranın üzerine eğildi, yongsun da ondan ne kadar sıkıldığını belli eder şekilde ona döndü. " bu kahveyi kim getirdi? "

yongsun kahveye baktı, ardından ona. " şu yan sınıftaki kıvırcık. yeni gelen var ya. "

ulan permalı.

ulan permalı, resmen onunla alay ediyordu, hem de kahkahalarla. hem de öyle yüksek kahkahalarla ki, yoongi ta buradan duyuyordu sanki. onun taktiğini, hatta onun işe yaramayan taktiğini, resmen ona karşı kullanmıştı. yoongi utançtan cenin pozisyonuna geçip ölmeyi bekleyecekti resmen, nefret ediyordu şu çocuktan.

troublemaker || taegi, vsugaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin