3. Blog

335 37 12
                                    

İyi okumalar...


"Ne sitesi o?" Telefon ekranını hızla kapatırken başında dikilen Jungkook'a baktı. Arkadaşı kaşlarını çatmış, telefona uzanmıştı. Cebine sokuşturdu cihazı.

"Hiç ya, öyle bloglara bakınıyordum. Sen ne yaptın? Nasıl geçti sınav?" Gözlerini devirip onun koluna dokundu Jungkook.

"Kalk da gidelim, dansa geç kalacağız." Jimin yanında yürümeyi sürdürdüğü arkadaşından yanıt gelmeyince bir kez daha yöneltti aynı soruyu.

"Sınavın nasıl geçti?" Omuz silkmişti uzun boylu.

"Eh işte, idare ederdi. Ezberlediğim kadarıyla yazdım bir şeyler. Danstakiler çıkışta bir şeyler içmeye gitsek mi diyordu, ne dersin?" Otobüse binip dans stüdyosuna giden yola çıkmadan önce başıyla onu onayladı arkadaşı.

Dansa başlayalı bir iki ayı geçmişti. Oradakilerle aralarında bir uyum sağlanmış, iyi zaman geçirir olmuşlardı. Haftada iki saatten ibaretti dans dersleri. Yine de Jimin'i üniversitenin ağırlığı ve aklını meşgul eden esmerden uzaklaştırmaya yetiyordu. Üstelik tatlı bir çocuk vardı. Jungkook onun tatlılığı konusunda kendisine katılmasa da Hawoon samimi ve doğrudan bulduğu biriydi, yanında rahat hissediyordu. Bir an yakınlaşıyorlar, bir sonraki hafta Hawoon gelmediğinde yine aynı uzaklıkta görüyordu onu Jimin. Bir adım ileri gidememişlerdi. Belki gitseler zihnindeki o televizyon ekranından kafasını uzatan çocuğu silmeyi becerebilecekti. Tanrı aşkına, ünlü gibi bir şey sayılırdı. Jimin'in üniversitesinin çevresinde program için etkinlikler yapıldığını ekrandan izliyordu her hafta. Bir kere bile ona denk gelememişti.

Jungkook telefonuyla ilgilenirken kendi telefonuna bakma fırsatını bulabildi. Yeni bulduğu blog sayfasındaki yazıları kısa olmalarından yararlanıp bitirivermiş, inecekleri durağa vardıklarında ağır bir mide bulantısıyla terk etmişti otobüsü. Jungkook yanında dikildiği yerden homurdandı.

"Yani biliyorsun midenin bulandığını, yine de inatla bırakmadın şu telefona bakmayı Jimin." Hafifçe gülümsedi.

"Geçer birazdan, açık havadayız. Derse ne kadar var?"

Telefonun kilit ekranını Jimin'in yüzüne doğrulttu diğeri. On beş dakikaları vardı, mide bulantısını geçirmeye yetmesini umuyordu. Jungkook ileride sigara içen bir arkadaşına yöneldi. Jimin'se telefonunu bir kez daha çıkarıp otobüste okuyamadığı blogdaki en güncel yazıyı okumaya başlamıştı. En sevdiği şarkıları sıraladığı bir listeydi bu, en sevdiği şarkıyı gördüğünde kalbinde bir çarpıntıyla karşılaşmayı beklemiyordu. Heyecanlanmamıştı değil mi? Birçok kişinin en sevdiği şarkı olabilirdi üstelik, ünlü bir gruba aitti. Neden onunla çok benziyorlarmış gibi hissediyordu?

Onun yakın zamanda kız arkadaşından ayrıldığına dair bir bilgi edinmişti, programdaki imalar ve sosyal medyasında paylaştığı gönderiler bunu doğrular nitelikteydi. Bilginin nereden geldiğini bile hatırlamıyordu. Sadece o birinden ayrılmıştı ve bunun acısını çekiyordu işte. Kalbinin sızlamasına engel olamadı. Daha önce aşk acısı çekmemiş değildi Jimin. Onu anlayabiliyordu. En sevdiği şarkıyı playlistinden açarken arkasındaki duvara yaslandı. Üç dakika otuz dokuz saniyelik şarkı için yeterince zamanı vardı.

Loser, diye başladı şarkı. Yalnız, sertmiş gibi davranan bir korkak.

Jimin de öyle hissetmiyor muydu? Programın nerede çekildiğini bile biliyordu, şimdiye dek hiçbir TV programını izlemeye gitmeyi düşünmemişti. Peki nereden gelmişti aklına bu fikir durduk yere? Ukalalığından tiksindiğini sanıyordu. Sahte davranmıyor olmasından ne ara etkilendiğini bile anlayamamıştı. Olduğu gibiydi Kim Taehyung, olduğu gibi davranmaktan hiç gocunmamıştı. Üstelik en sevdikleri şarkı aynıydı. Dünyada bu şarkıyı favorisi seçen çok insan olabilirdi ama Jimin onların arasında sadece Kim Taehyung'u bulabilmişti. Kim Taehyung, Park Jimin'e o televizyon ekranının ardından bir ayna tutuyordu ve Jimin o aynanın varlığını yavaş yavaş fark etmeye başladı.


Gitgide derinleşeceğiz, buna hazır mıyız?

Half of My Soul ~ VminHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin