Rose beklenti içinde olmayı sevmezdi.Hayal kırıklıklarına alışkındı.
Öncelikle doğduğu ev tam bir kaos içindeydi. Kendini babası tarafından hiç sevilmiş hissetmezdi. Annesi de çocuklarını pek umursamıyordu, kendi sorunları daha öncelikli geliyor gibiydi.
Hiçbir zaman örnek öğrenci olmamıştı. Özellikle küçükken, daha onlar ilkokula gidiyorken kimse Park ailesiyle çocuklarının oynamasına izin vermezdi. Babasının ruh hastası olduğunu tüm kasaba biliyordu ve hiçbiri hiçbir zaman o tatlı küçük çocuklardan olmamıştı.
Sürekli dayak yiyen bir anne, evde her türlü boku kullanan bir babayla büyümüşlerdi. Babası içer, annesini aldatır ve muhtemelen aptal metresinin çocuklarıyla daha güzel vakit geçirirdi.
Annesi babasına karşı hiçbir şey yapamazdı. Gidecek bir yeri yoktu. Ailesi ya da onu seven birileri, ya da Rose'nin babasının karşısına geçebilecek kadar cesur bir arkadaşı.
Fasülyeyi ilk öğrendiğinde genç kız kendini tek hissetmişti. Ne gidecek bir yeri, ne yapacak bir şeyi vardı. Annesinden bir şey beklemiyordu. Abilerinden de, babasından da.
Normalde Jeon Jungkook'u aramak bile onun için fazlasıyla zor bir seçenekti. Ağlar, bağrınır ve küçük bir sinir krizi geçirdikten sonra kürtaj yaptırmak için kliniğin yolunu tutabilirdi fakat evden kapı dışarı edildiğinde karnındaki o oluşum, bebek, fetüs ya da her neyse onun hayatını düşündü.
Annesinin sosyopatın tekiyle evlenip çocuklarını bu kadere terketmesi ne Rose'nin ne de abilerinin hatasıydı. Bebeğinin güzel bir hayatı olmasını istedi.
Bu yüzden aptal valiziyle ne yapacağını bilmez bir şekilde o basket sahasında otururken elleri kendine hakim olamayarak Jeon Jungkook'un numarasını tuşlamıştı.
Jeon Jungkook onun alışageldik erkek modelinden çok farklıydı.
Düşünceli biriydi. Derslerine önem verir, basketbol antrenmanlarının hiçbirini kaçırmazdı. Öğretmenleri ya da sınıf arkadaşları Jungkook'u severdi.
Sevilmesi kolay bir insandı ve bunu sonuna kadar hakediyordu.
Onun tarafından sevilmek şaşırtıcı ve hoştu. Samimi olduğunu hissediyordunuz çünkü Jungkook birini yalandan sevecek ikiyüzlü aptalın teki değildi.
Sadece Rose kendini yalnız hissetmişti çünkü geçen süreden sonra Jungkook'un onu görmeye tenezzül etmeyeceğini düşünmemişti.
Teyzesinin evinin çatısında otururken -ki herhangi bir aile üyesi onu görse muhtemelen sekiz aylık hamile olduğundan dolayı onu azarlardı- neden Jungkook'un bugün gelmediğini düşünüyordu.
Onu sevmiyor muydu? Sorumluluktan korkmuş muydu veya artık Rose'nin nazını çekemeyeceğini düşünüp ondan bıkmış mıydı?
Sorularının cevabını asla öğrenemeyecekti. En azından o öyle düşünüyordu ki bunların hepsinin saçmalıktan ibaret olduğunu farketti.
Çünkü Jeon Jungkook basitti. Duygularını korkmadan dile getirebiliyor, kasmadan yaşıyordu. Rose bunu biliyordu çünkü hızlı adımlarla sokağa giren çocuk "Tanrım Rose in oradan." diye bağırdığında rahat gözüküyordu.
Genç kız şaşırdı. Kaldırımın önündeki çocuğa bakarken yüzünde bir gülümseme belirdi.
"Bugün beni kimse uyandırmadı." diye açıklama yaptı Jungkook "Oysa ki Yeonjun'a giderken beni uyandırmasını söylemiştim, saatlerdir uyuyorum.".
"Gerçekten uyuyor muydun?".
Genç kızın basit bir sorun hakkında saatlerdir bunca düşünmesi komikti. Jungkook'un onu sevmediğini, araya giren zamanla Roseanne'i unuttuğunu ve belki de onu istemediğini düşünmüştü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
out of order || rosekook. ✔️
FanfictionRoseanne Park Chaeyoung on altı yaşında hamile, evsiz ve beş parasızdı.