16 ― ❝ O kadar güzelsin ki dayanamıyorum. ❞

2.6K 297 251
                                    

16 ― ❝ O kadar güzelsin ki dayanamıyorum

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

16 ― O kadar güzelsin ki dayanamıyorum.

Özlemişti.

Çok, çok fazla özlemişti.

Damarlarında kan yerine saf ihtiyaç ve muhtaçlığın kol gezdiğini hissettiği o anlarda gözleri doluyordu özlemden. Yanında olsun, kollarıyla sarıp sarmalasın, parlak kırmızı gözlerini üzerinden çekmesin istiyordu; eşini, alfasını, Taehyung'unu istiyordu. Duygularını anlamlandıramadığı, içindeki daimi varlığını koruyan boğucu hissin ve hüznün, hatta belki de yanında biraz panik, sahibi olduğunu bildiği ama tüm bunların nedenine dair hiçbir fikrinin olmadığını eşini...

Bebeklerinin varlığını öğrendiği günden bu yana bir hafta geçmişti; yedi gün boyunca elleri karnını sımsıkı sarmış, içinde filizlenmekte olan annelik içgüdüsünü keyifle karşılamış, karnında bir can büyümekte olduğunun bilinciyle her zamankinden daha fazla dikkat eder olmuştu kendisine Jungkook. Akşamları odasına çekilip de yalnız kaldığında bebeğini hissetmeye, onunla konuşmaya ve daha şimdiden çokça bağlandığı kendi kanından mucize bir cana sarılmaya ayırdığı o özel dakikaları iple çekiyor, günün çok çabuk geçmesini istiyordu.

Bu süreçte, Jeon Yoojin'in üzerindeki boğucu ilgisiyle sarmalandığı o ânlarda bazen bunalıyor, ama bu defa da yanında kendisini destekleyen birinin oluşuna sevinirken buluyordu kendini; karmakarışık olmuştu duyguları. Yalnız, net olan bir şey vardı ki; Taehyung'un yokluğu özlemden daha da delirmesine, çıldırmasına sebep oluyordu ve ne zaman odasına çekilip bebeğiyle baş başa kalsa, onun eksikliğini iliklerine kadar, buram buram hissediyordu.

Denemişti, dayanmayı gerçekten denemişti ama bir yerden sonra, tolerans gösterebileceği o eşik öylesine bir patlamayla geçilmişti ki Jumgkook gözyaşları içinde ormanda koşarken bulmuştu kendini. Gecenin bir vakti, ay ışığını kendisine yoldaş olarak aldığı o dakikalarda ulvi bir kavuşma isteğiyle baş etmeye çalışıyordu. Ayakkabılarının altında ezilen dal ve yaprakların hışırtıları, geceyi üşüten rüzgarın uğultusu, hızlı soluklarının bozuk ritmi, göğsünde delicesine çarpan kalbinin gümbürtüleri eşliğinde ormanı aşıyor, Kim Sürüsünün sınırına koşuyordu.

Kendi içinde yaşadığı tüm mutluluk belirtilerine rağmen eşinin böylesine dağınık, karamsar ve daha pek çok şey hissedişine anlam veremiyor, özleminden aklını kaçıracak noktaya geldiği alfası için endişeleniyordu da. Onu görmeye ihtiyacı vardı; hem iyi olduğundan emin olmak için, hem de kendisi için. Öyle ya, onlar bir bütündüler; Taehyung iyi olmadıkça kendisi nasıl iyi olsundu ki..?

Yıldızlar serpiştirilmiş karanlık gece, yeşilliğini örtüp de gölgede bıraktığı ormana az buçuk ay ışığının girmesine izin veriyordu ve bu gümüşi huzme, Jungkook'un, yolunu görmesi için yeterliydi.

Koşar adımları aniden yavaşladığında, hatta durmaya yüz tuttuğunda o hayali çizgiye, iki ezeli düşmanın topraklarını ayıran yegane belirsizliğe yaklaştığını anladı ve solukları hızlandı ama vazgeçmedi, adımları korkmadan sınırın ötesine geçti.

mon âme » taekookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin