II — ❝ Ellerin kanıma bulanmasın, ❞
17 Nisan 2002
Bakır renkli tüylerin arasına grilikler karışmış genç bir kurt, büyük bir kayalığın tepesine doğru yavaşça ilerlerken keskin bakışlarını avına yöneltti; rüzgardan sallanan ağaçların ve yaprak hışırtılarının oluşturduğu huzurlu melodiyle sarmalanmış yemyeşil ormanda, düşen dallar ve çimenle çevrili minik bir birikintiden su içen ceylanın susuzluğunu giderişinin ardından boynunu kaldırdığını ve büyük siyah gözlerinin açığa çıkardığını gördüğünde bu narin bedene kilitledi bakışlarını. Parlak, kömür karası gözler kayalığın ardındaki kurdun bakışlarıyla buluştuğunda yalnızca kısacık bir saniyeliğine donan ceylan, sonrasında tüm gücünü bacaklarına vererek ardına bakmadan kaçmaya başladı ormanın içine doğru; bu hızlı kaçıştan mütevellit saklanmanın artık lüzumsuz olduğuna karar veren kurdun keskin dişleri birbirine kenetlendi, pençeleri kayalığa tutundu ve heybetli beden olanca hızı ve gücüyle kayalıktan sıçrayarak ceylanın peşine düştü.
Henüz birkaç saniye geçmişken avını keskin fişleri arasında kıskıvrak yakalayan Kurt, büyük dişlerini daha derinlere hızlıca saplayarak avına acı çektirmeden ruhunu bedeninden ayırdı, tek hamlede canını aldı kara gözlü narin ceylanın.
Ağzının arasındaki hayvanın kıpırdanmayı kestiğini anladığından mütevellit dişlerini geri çeken bakır tüylü, arkasına dönüp kendisini izleyen babasına, Baş Alfa'ya döndüğünde küçük bir mırıldanma bıraktı kanlı dişleri ufaktan görünecek şekilde. Bakışlarının hedefindeki adam takdir edercesine kendisine bakarken ufak bir alkış tuttuğunda içi ilkel bir gururla doldu; Baş Alfa, üzerinde durduğu kayalıktan atlayıp genç olanın yanına geldiğinde kendisine beklentiyle bakan kurdun başını hafifçe okşadıktan sonra yere iki parça kıyafet bıraktı, arkasını dönüp ceylana yöneldi ve onu omzuna aldı.
Babasının heybetli, geniş omuzlarına güç katan sırtını gördüğünde onun gibi olma hayalini bir kez daha için için yaşayan genç, üzerindeki gözlerin o vakit kendi bedeninden uzaklaşmış olmasını fırsat bilerek insan benliğini yüzeye çıkardı ve dönüştü; kırmızı gözler yerini koyu harelere bıraktığında sesini duyurması çok uzun sürmedi. "Ah- Onca denemeden sonra hâlâ... Kaçırıyordum az kalsın! Baba, bir şey demeyecek misin? Nasıldı sence?" Yere bırakılan kıyafetleri üzerine geçirirken serzenişlerin tınısındaki hoşnutsuzluğun kendini belli ettiğini apaçık biliyor oluşuna rağmen bunu saklama gayretine bile girmemiş, benliğinde gezen hayal kırıklığı ve öfke dolu duyguların akışına kapıldığını gayet belli eder bir tınıyla huysuz homurdanışlarına devam etmişti.
"Avlanmayı daha yeni öğrendin genç adam, sabırsızlanma hemen. Yetişkin kurtlar gibi olman için daha kırk fırın ekmek yemen lazım." Alaycı kahkahasını sözlerinin arasına serpiştirerek oğluna takılan Alfa Kim, omzundaki ceylanla birlikte sürü merkezine doğru yürümeye başlarken ve öfkeli olduğundan mütevellit sert, bir o kadar da sesli olan adımlardan anladığı kadarıyla arkasından geldiğine emin olduğu oğluna söylemekten hiçbir zaman vazgeçemediği vaazını yineledi. "Dinle, oğlum; doğanın denge içinde olduğunu biliyorsun. Biz güçlüler güçsüzleri yönetir, korkutur, av yapar; ama asla, kulağını dört aç evlat, asla boş yere öldürmez ve avlanmayız! Güçsüzlerden faydalanmayız, faydalanamayız. Doğa anayı sinirlendirme sakın, her ölenin yerine bir yeni doğan gelir, bu döngü ezelden ebede kadar devam eder. Asla döngünün bir tarafına ağırlık yapma, duydun mu beni oğul? Hiçbir şeyde aşırıya kaçma, gücünü zalimlik için kullanma; koru, kolla. Korkulan değil saygı duyulan ol!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
mon âme » taekook
Fiksi Penggemar❝ Kızıl Gece'nin düşman ettiği iki sürünün varislerinin, birbirlerinden kilometrelerce ve yıllarca uzak kalmalarına rağmen, ruh eşleri olması kaderin bir cilvesi değildi de neydi? ❞ [omegaverse & mpreg] for, @alittleshisha @dizzy-dream 051121