4 — ❝ Hepsi senin yüzünden! ❞
Jungkook, sokak lambalarının yanıp söndüğü loş sokakta, ay ışığı yanaklarına dökülen yaşları ve kızarık gözlerini açığa çıkartarak yüzüne vururken, yavaş adımlarla ilerliyordu; iç çekişlere dönmüş ağlamasından arta kalan yıkıntılar ara ara omzunun sarsılmasına neden olsa da hiçbirini farkında değil gibiydi omega. Gri gözlerinin arasından incecik bir çatlak gibi parlayan mavi renk, kurdunun üzüntüyle ulumasının ve eşinin yanından ayrılmanın getirdiği yoğun acının sonucuydu; içindeki kurt, köşesine çekilip içli içli ulurken Jungkook mahvoluyordu.
Birkaç dakika önce ölümü yeğlemesine neden olacak biçimde Taehyung'u o evde bıraktığından beridir, önünü görmeden, yalpalayarak, yavaş ve sarsak adımlarla hareket ediyordu ama içi... İşte içindeki o fırtına, tüm dinginliğine tezat bir biçimde, en ufak esintisinde bile tüm yeryüzünü kasıp kavurabilecekmiş gibi geliyordu ona; yine de, tüm yıkıklığına ve çaresizliğine rağmen kendisini toparlaması gerektiğini farkındaydı. Amcası onu bekliyordu ve şimdilik, sürüde neler olduğunu, neden şimdi dönmek zorunda olduklarını öğrenmek zorundaydı. Eğer... Eğer yapabilirse, her şey bittikten sonra, alfasını bulmak için dönecekti.
Saf ya da salak değildi Jungkook, belki eşini bıraktığı için aptal olabilirdi ama Taehyung'un buralardan olmadığını anlamıştı birkaç saatte; alfa, yolları bilmiyordu ve kendisinin de onu buralarda ilk görüşüydü ki bundan ötürü döndüğünde onu burada, bıraktığı yerde bulamayacağının farkındaydı. Gerekirse tüm ülkeyi yürüyerek, sorup soruşturarak dolanırdı da yine de bulurdu Taehyung'u, bulacaktı.
Savaş nihayete kavuşursa, tabii.
O ân gelecek miydi acaba?
Yıllardır bitmeyen bu kanlı cenk, neredeyse kendi ömrü kadar sürmüş olan bu savaş, bir o kadar daha sürüp de ikisinin ayrılığına vesile olur muydu yoksa vuslat eninde sonunda görünecek miydi..?
Eli istemsizce boynundaki fulara gittiğinde kumaşın üzerinden hafifçe sıktı boynunu; mührünü hissetmek, orada alfasından bir iz taşıdığını bilmek umut oluyordu ona, güç veriyordu acı içindeki kurduna fakat yeterli değildi, asla onun kadar kâfi olamazdı.
Gözleri etrafı taradı ve geçen onca dakikadan sonra nereye geldiğini ancak fark etti, kasaba meydanında, merkezdeydi ve Taehyung'la karşılaştıkları sokak biraz ileride kendisine sırıtıyordu âdeta; gözleri karanlığın dipsizliğinde boğulurcasına hedefindeki noktaya dalıp giderken bir ân sonra irkilerek kendine geldiğinde bakamadı daha fazla, kızarmış gözleri yeni bir ağlamanın eşliğine geldiğini belli edercesine sızlamaya başladı.
Başını gökyüzüne kaldırdığı vakit hafiften aydınlanmış gökyüzünü gördüğünde bir iki saate güneşin doğacağı hakikatini puslu zihninin karmaşık kuytularında usulca süzülürken idrak etmeyi başarabildi; gözlerini yıldızlardan çekti ve bu sefer, aklına getirmemeye çalışarak ama elbette başaramayarak, Taehyung'u düşünerek o sokağın önünden geçti. Yolun biraz ilerisinde, orman girişine bakan tarafta yer alan patikanın başındaki ahşap levha görüş açısına girene dek güçlükle ilerledi ve üzerinde köyün adının yazılı olduğu yamuk, yaş, tahta tabelanın önünde durdu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
mon âme » taekook
Fanfic❝ Kızıl Gece'nin düşman ettiği iki sürünün varislerinin, birbirlerinden kilometrelerce ve yıllarca uzak kalmalarına rağmen, ruh eşleri olması kaderin bir cilvesi değildi de neydi? ❞ [omegaverse & mpreg] for, @alittleshisha @dizzy-dream 051121