Aşkın Tüm Çağları- İlk Hayal Kırıklığı
"Gökyüzüne bak ve sonsuzluğu gör. Yıldızlardan yol yap kendine, tek başına yolculuk yap, sonunda kendine çıkacak bir yol var. Tek başına kaldığın bir son var."
Haziran, 2005
Kuş cıvıltılarıyla çocuk çığlıklarının birbirine karıştığı güneşli bir çarşamba gününde ne yazık ki tek yaptığım ders çalışmaktı. Önümde bir yıldır hala nasıl öğrenemediğimi anlayamadığım basit makineler notları açıktı. Makaralar, kuvvetler, ipler... Basit olan hali buysa basit olmayan halinin başıma nasıl işler açabileceğini merak ediyor ama elbette ki deneyimlemek için hiçbir çabaya girmeyeceğimi de biliyordum. Çok az kalmıştı. Hafta sonu sınav vardı, sonra özgürdüm. Annem sezon sebebiyle işleri çok yoğun olduğu için bizi yine dedemlerle köye postalayacaktı. Başka bir çocuk olsa bu durum belki hoşuna gitmezdi, postalandığım köy Urla'da olmasa belki benim de hoşuma gitmezdi ama köyde olmak ancak özgürlüğümü perçinlerdi. Perçin, kalıcı bir mekanik tutturucuydu. Basit makineler çalışmaya çalışırken öğrenmiştim ne demek olduğunu. Keşke garip şeyler öğrenmeye ilgili olduğum kadar fen bilgisine de ilgili olsaydım. Neyse ki şart değildi. Lise biri de atlattım mı bir daha hiçbirinin adını duymama bile gerek kalmayacaktı.
"Ders çalışmak için biraz geç kalmadın mı?" Ege elindeki cips paketiyle odama girdikten sonra kapıyı dahi kapatmadan yatağıma atladı.
"Kaç kere odama girdiğinde kapıyı kapat dedim sana!"
"Birincisi burası benim de odam, ikinci evde bizden başka kimse yok." Ters bir ifadeyle gözlerimi devirip yeniden okumadığım notlara döndüğümde, "Sınava dört gün kalmasına veriyorum." diye mırıldandı Ege. Şu an onu öldürsem tahrik indirimi ve yaşımın on beşten küçük olması sayesinde hapis bile yatmazdım muhtemelen. Bunu bu yılın başında yürürlüğe giren yeni ceza kanunundan öğrenmiştim. Asla işime yaramayacak her şeyi okumayı çok seviyordum. Annemi ve babamı düşünmeye çalışarak evlatlarını öldürmemem konusunda kendimi telkin etmeye çalıştım. Yalnızca birkaç saniye belki de salise sürdü. Çünkü Ege susmamak konusunda ısrarcıydı.
"Kafanı daha çok karıştırıyorsun, çalışma artık."
"Kafam karışmıyor. Sadece bir konuya bakıyorum, onu da anlamıyorum zaten. Başladığımdan yerden fazla uzaklaşamadım."
"Olsun." deyip omuz silkti. "Yine de cips yiyip belgesel izleyebiliriz."
"Elli yaşına geldiğinde haber kanallarının birinde konuşmacı olamazsan eğer bana izlettiğin her belgeselin bedelini ödeteceğim sana." diyerek sandalyeden kalktım. O da benimle birlikte kalktığında heyecanlı bir şekilde anlatmaya başladı. "Bu sefer senin de seveceğin bir şey buldum. Yakın tarihle ilgili, darbeler falan."
"En çok falan kısmına bayıldım..."
Ege'nin çoktan hazır ettiği oturma odasına döndüğümüzde üçlü koltuğa yan yana oturup cips paketini ortamıza koyduk. Önümüzdeki sehpada anneannemin dün akşamdan bıraktığı yemeklerden kalanlar da vardı. Bu demekti annem Ege'yle konuşmuş ve geç geleceğini söylemişti. Keşke en azından bugün erken çıkabilseydi. Çünkü babam geliyordu. Onu havaalanından almamızı istememişti ama geldiğinde hepimizi evde görmeyi hak ediyordu. Duvardaki saate baktım, daha uçağının inmesine çok vardı. Buraya direkt uçuş olmadığı için Ankara'dan geliyordu. Onu görmeyeli üç ayı geçmişti. İnsanın babasının bu kadar uzakta çalışması çok garipti. Ailesi Avrupa'da çalıştığı için yılda bir kez, o da tabi şanslılarsa, görüşen komşularımız da vardı ama daha kötüleri var diyerek içimi rahatlatıp üzülmemi durduramazdım. Babamın uzakta olmasını sevmiyordum. Üç ay çok uzun bir süreydi. Üstelik sefer bittiği için de dönmüyordu, sadece OKS'ye gireceğim için, yanımda olmak adına dönüyordu. Geminin karada olduğu ve babamın yanıma uçabileceği bir zamana sınavı koymaları, sınavla ilgili tek iyi şeydi herhalde...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Aşkın Tüm Çağları
General FictionBu okuyacağınız hikâye bir denizkızının hikâyesi. Ama ne hikâye sizin bildiklerinizden ne de denizkızı. O zengin bir deniz ülkesinin yegâne prensesi değil ya da denizde kaybolan prensi kurtarıp ona âşık olacak da değil. Hele bir kayanın üzerinde yeş...