8.

1.1K 139 72
                                    

Aşkın Tüm Çağları - Zeytin Dalı

-Git bana okyanustan balık tut.
+Burada balık olmaz, çelik fabrikasının yanındayız.
-Neden olmasın, balıklar da kaybolur.

28 Eylül, 2005

On dört!

Bugün on dört yaşıma basıyorum. Çift rakamlardan nefret ederim. Hafta sonuna denk gelmeyen doğum günlerinden de. Ve geriye kalan birçok şeyden de. Ama biraz da iyi yanından bakmam gerekirse, doğum günüm pazartesi de olabilirdi, en azından bugün çarşambaydı. Büşra'nın İstiklal Marşı sırasında, tüm okulun önünde benim için doğum günü şarkısı söylemesini istemezdim. Yeterince iyi saklanırsam beni bulamayacağını düşündüğümden kaçabildiğim en iyi yere kaçmıştım. Okulun, yılda yalnızca iki kez çıkan dergisi için ayrılmış, dört metrekarelik toplantı odasına... Ne yazık ki yalnız değildim. Hepimize yetecek kadar oksijen olmadığına inansam da yeni sınıf arkadaşım Eylül ve derginin editörü Berrin de buradaydı.

Aslına bakarsak Berrin hep buradaydı. Son sınıftı, diğerleri gibi bir köşede ÖSS için ağlaması gerekiyordu ya da en azından test çözmesi. Ama o her öğle arasında direkt buraya damlıyordu. Belki de hayatta gerçekten başardığı tek şeyin, bu dergi olduğunun farkında olduğu içindi ondan vazgeçemeyişi. Görevli edebiyat öğretmeni, ondan artık bırakmasını isteyeli birkaç gün olmuştu. Yeni bir editör seçecek ve muhtemelen onda intihara meyle yol açacak test kitaplarının arasına dönecekti. Henüz okullar açılalı iki buçuk hafta olmuştu yani daha kimseyi doğru düzgün araştırmamıştı ama daha şimdiden, kimsenin editörlüğe layık olmadığını düşünüyordu. Ben de kırk kişilik ekibin çıkardığı bir derginin, nasıl olur da yılda iki sayıyla yetindiğini düşünüyordum. Bunu ona da defalarca söylemiştim, dergi çıkarmak maliyetliydi eğer bir gazeteye dönersek her şey daha kolay olurdu. Ama o beni fazla hayalci olmakla suçlamıştı! Rory Gilmore ya da Serra Noyan değilsem bunun pek mümkün olmadığını, kibar olma telaşından uzak bir dille ifade etmişti. Bilmediği şeyse eninde sonunda mezun olacağı ve bu minicik odanın bana kalacağıydı.

Yeni yaşım böyle ilerliyordu. Gerçi henüz doğum saatim gelmemişti, teknik olarak değildi ama birkaç dakikanın da lafı olmazdı. İlk üç teneffüste, doğum günüm olduğunu bilen kimseye rastlamamıştım. Ne Büşra'ya ne de Ilgaz'a. Gerçi Ilgaz'ın bildiği şüpheliydi. Onunla okullar açıldığından beri, yani on altı gündür zorunlu anlar dışında pek konuşmamıştık. Koridorda karşılattığımıza her seferinde bir şey söyleyecek gibi bana bakıyor ama onu görür görmez beş karış astığım surat yüzünden yanıma gelemiyordu.

Toplantı odasının kapısının sert bir şekilde açılmasıyla bir diğer yeni arkadaşım Ulaş "Deniz!" diye bağırarak içeri girdi. Geçen sene annemin dediği gibi olmuştu, yeni arkadaşlarım tıpkı hayatımın ilk 12 yılında da olduğu gibi bana Deniz diyorlardı. "Sana bir iyi bir de kötü haberim var. Önce hangisini söyleyeyim?" diye devam etti Ulaş.

"İyi olanı." dedim hiç tereddüt etmeden, ama cevabımdan memnun olmamış bir biçimde başını salladı. "Ne?" diye sordum şüpheyle, "Önce kötü olan mı?" Hızlıca başını aşağı yukarı salladı.

"Önce kötü olanı söyle o zaman." Bir anlığına memnun bir şekilde gülümsese de hemen ardından yüzüne bir dehşet ifadesi yerleştirdi.

"Yemekhanede yine domates çorbası var!" Bu okulda alıp alabileceğim en kötü haberin bu olacağını söyleseler asla inanmazdım ama öyleydi. Ilgaz'la 16 gündür konuştuğumuz iki üç cümle de domates çorbası yüzündendi. Alerjisi vardı! Beni mutlu eden her şeye olduğu kadar, domatese de alerjik bir vücudu vardı. Üstelik ilacını da yanında taşımıyordu çünkü sorumluluğun ne olduğuyla ilgili en ufak bir fikri bile yoktu.

Aşkın Tüm ÇağlarıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin