Tekrar okurken bu bölümü çok sevdiğimi çünkü bana çok liseli hissettirdiğini fark ettim, liseyi çok özledim dostlar, sizin de böyle bir özleminiz varsa belki bir nebze... İyi okumalar <3
Aşkın Tüm Çağları - Biricik
"Yıldızlı bir gece, ay da vardı; sen gülümseyince, yüreğimde bir balık oynadı."
6 Kasım, 2006
Bulunduğum masalarda sohbetlerin içine dahil olmayı bir türlü beceremiyordum. Uzun zamandır dinliyormuş taklidi yapmakta da iyi değildim. Hepsi hayatımda yaptığım küçük bir hatayla ilgiliydi. Dünyadaki her konuda konuşabileceğim bir arkadaş bulmuş ve gidip ona aşık olmuştum. Geriye kalan insanlar gerekli değil demiyordum fakat onları merak etmiyordum. Düşünceleri, hisleri, anlatmak istedikleri herhangi bir şey... Beni meraklandırmıyorlardı. Onlarla konuşacaklarım, verecek cevaplarım yoktu. Sorularım da yoktu elbette. Dünyadaki her şeyi Ilgaz'la konuşmak istiyordum. Ona sorularım vardı, sorularına cevaplarım vardı. O gözümün gördüğü yerlerde olmadığı zamanlarda da kendi içime dalıyordum. Kendimle konuşmak az çok tahmin edilebilir olduğundan diyalogda pek heyecana yol açmıyor haliyle Ilgaz'la olduğu gibi içimde bir coşku seline de sebep olmuyordu. Hayır, kendimle olan konuşmalarımdan monolog diye bahsedemezdim. Diyaloglar tamamen tahmin edilebilir değildi. İçimdeki Asi'ler de –ve belki Deniz'ler de- çatışmayı seviyordu. Uzun zamandır, gerçekten uzun zamandır dedem dışında birinden diğer ismimi duymamıştım. O da genelde sevgi sözcükleri kullanmayı tercih ettiğinden çok nadir zamanlarda biri bana Deniz diye seslenirdi. Asi olmak özünde bir sıfat, çok sevdiğim birinin bana layık gördüğü sıfat, olduğundan çok seviyordum. Yine de bazen Deniz olmayı aramıyor değildim. Bir gün ne yapıp edip Ilgaz'ı denizle barıştıracak ve ismime kavuşacaktım.
Tıpkı şimdi olduğu gibi içime daldığımdan konudan konuya atlıyordum. Gerçi bu Ilgaz'la konuşurken de çoğu zaman böyleydi. Ama o genellikle söyledikleriyle anda kalmamı, asıl konuya odaklanmamı sağlıyordu. Fakat bugün etrafımda değildi ve masanın diğer kenarında oturan iki kızın kendi aralarında konuştuklarına bir türlü dikkatimi veremiyordum. Çantamdaki kitabı çıkarıp okumayı düşünsem de ayıp olacağından vazgeçmiştim. Aklımdan geçenlere rağmen en azından bir şeye odaklanmış görünmek adına ellerimi yüzüme dayamış ve tüm dikkatimi karşı duvardaki televizyona vermiştim. Normalde televizyon pek açık olmazdı, açık olduğundaysa bugünün aksine bilgisayara bağlanır ve Dinçer Abi'nin müzik listelerinden birisi karışık olarak çalışıyor olurdu.
Ama bugün herhangi bir gün değildi. Kasım ayının ilk pazartesisiydi ve dün gece Bülent Ecevit ölmüştü. Teo Abi, küçük balkonun hemen kenarındaki masaların birisine oturmuş, onun deyimiyle sigarasını tüttürürken televizyonu izliyordu. Onla benden başka izleyen de yoktu zaten. Herkes kendi halindeydi.
Televizyondaki kısa video kesilip, yeniden muhabir ekranda belirdiğinde Teo Abi de kanalı değiştirmek için kumandayı kaldırmıştı. Muhabir, dün akşamın bir haberinden bahsediyordu. Mahkemenin idam kararı verdiği Saddam için üst mahkemeye başvurulacağıyla ilgili bir şeydi. Spiker henüz ilk cümlesini tamamladığında Teo Abi de kanalı değiştirmişti. Bu kanalda da diğerinde olduğu gibi Ecevit'le ilgili bir belgesel yayınlanıyordu. Anladığım kadarıyla bugün sadece Ecevit'le ilgili haberleri izleyecektik. Bir cenazenin ardından haber kanallarının belgesel yapabilme hızı beni hayrete düşürüyordu. 70'lerde yapılan ve bugün tarihi konuşma diye anılan bir mitingden görüntüler ekrana geldiğinde kolumun dürtülmesiyle başımı yan tarafa çevirdim.
"Gidiyorum diyorum ama televizyona daldın." dedi Büşra, bir yandan da cüzdanından para çıkarıyordu.
"Nereye?" diye sordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Aşkın Tüm Çağları
General FictionBu okuyacağınız hikâye bir denizkızının hikâyesi. Ama ne hikâye sizin bildiklerinizden ne de denizkızı. O zengin bir deniz ülkesinin yegâne prensesi değil ya da denizde kaybolan prensi kurtarıp ona âşık olacak da değil. Hele bir kayanın üzerinde yeş...