Yaşanan deprem ve ihmallerin beraberinde getirdiği yıkım ve kayıplar için çok üzgünüm. Umuyorum ki sizin ve sevdiklerinizin en azından fiziksel sağlığı iyidir. Hepimizin hayatının büyük ya da küçük korkunç bir şekilde etkilendiği ortada. Fakat içimde bu ülkeye dair hiç hissetmediğim kadar büyük bir umut ve inanç hissediyorum. Yeniden inşa etmemiz gereken şehirler ve ömür boyu maddi manevi yanında olmamız gereken yüzbinlerce insan varken dilerim siz de içinizde benimkine benzer bir umut bulabiliyorsunuzdur. Bugün hiç yüzü kızarmadan helallik isteyebilenlerin ve beraberindeki tüm sorumluların; haklarına girdikleri milyonlarca insan için, bu zamana kadar liyakatsizlikle doldurulan kadroların boşaltıldığı, olması gerektiği gibi bağımsızlaşan adil Türk mahkemeleri karşısında yargılanacağı aydınlık günlere inanmaktan ve bunun için çalışmaktan başka bir çare bilmiyor ve mücadele etmeyi bir an olsun bırakmayacağınıza inanıyorum. Nihayetinde Atatürk'ün bu ülkenin gençlerine biçtiği en büyük görev durumlar ve koşullar ne olursa olsun Türk cumhuriyetini korumak.
Lütfen kalabalık caddelerde hürlüğün şarkısını söylediğimiz günlerin çok yakın olduğunu aklınızdan çıkarmayın ve inancınızı sizden almalarına müsaade etmeyin. Sevgiler ve iyi okumalar. <3
Aşkın Tüm Çağları - Kuşların Doğum Gününde Olacağım
"Erken zamansın.
Dokunamıyorum."22 Nisan, 2007
Ütopyalar bugünün şartlarında gerçekleşmesi imkânsız olan toplum tasarımlarıydı. Tam da bu noktada bir ütopya yazma ödevim varken kafam karışıyordu. Kelimenin Yunanca kökeni olmayan mükemmel yer demekti fakat olmuyor oluşu kurmanın da mümkün olmadığını kanıtlamazdı. Ütopyamın o kadar da imkânsız olmadığını düşündükçe Tol'un ilk cümlesi yankılanıyordu zihnimde: "Devrim vaktiyle bir ihtimaldi ve çok güzeldi." Devrimin artık olasılık olmadığı bir dünyada yaşadığımızı söyleyebilir miydik? Ülkede belki ama dünyada... Sanmıyorum. Ütopyam tüm dünya için uygulanabilir olmasa bile küçük bir Afrika kabilesi için uygulanabilir olabilir. Ya da bir komün için. 79'da Fatsa'da olduğu gibi... Ütopyaların o kadar da ütopik olmadığını fark ettiğimden beri ödeve gereken dikkati veremiyordum. Ne yazık ki ödevi birlikte yaptığım Ilgaz'ın da dikkati ödev de değildi. Onun dikkatinin vermeyişinin sebebinin bambaşka olduğunu biliyor ancak bu konuda hiçbir söylemeden ve göz devirmeden durmaya çalışıyordum. Elbette benim için çok zordu.
Ilgaz bilgisayara not ettiklerini sesli bir şekilde okuduktan sonra bana döndü. Onun yatağında uzanmış, bacaklarımı duvara dayamış bir şekilde, tersten onu izliyordum.
"Az önce kafamda ütopyaların ütopikliği düştü. Devam edemeyeceğim sanırım." diye mırıldandım.
"Ne düşünerek bu sonuca vardığını çok merak ediyorum sahiden." dedi. Sesinde normalde olsa belki rahatsız edici bulmayacağım bir alay seziyordum. Sanki Ilgaz bir süredir düşüncelerimi yeteri kadar önemsemiyor, beni yalnızca dalgaya vuruyordu. Beni eskisi kadar merak ettiğini düşünmediğimden ona gıcık olmaya başlamıştım.
"Aşağı yukarı Thomas More'la aynı şeyleri yazıyoruz, yasalar ve savaşlar olabildiğince az, hoşgörü ve saygı olabildiğince çok. Tamam bizimkisi ek olarak feminist bir manifesto gibi de oldu ama neden imkansız? Dünyanın değişmesi-" diye başladıktan sonra bunun fazla olduğuna karar verip düzelttim. "Küçük bir topluluğun değişmesi, ideale ya da hayalimize yaklaşması o kadar büyük bir şey değil bence. Sadece bizim inanmayışımızla alakalı gibi geliyor. Bir düşün bunu." Ilgaz bir süre duraksayıp gözlerini kitaplığında gezdirdi. Bir şey fark ettiğinde sandalyesini döndürüp bir kitaba uzandı. Üzerinde bir masa lambasının ışığında çıplak bir şekilde uzanan kadın çizimi olan kitabı bana çevirdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Aşkın Tüm Çağları
General FictionBu okuyacağınız hikâye bir denizkızının hikâyesi. Ama ne hikâye sizin bildiklerinizden ne de denizkızı. O zengin bir deniz ülkesinin yegâne prensesi değil ya da denizde kaybolan prensi kurtarıp ona âşık olacak da değil. Hele bir kayanın üzerinde yeş...