Ilgaz'dan.
Denizi Özleyenler İçin.
11 Şubat 2016
Kendime yeni bir koltuk aldım. Pencerenin kenarına çektim, yanına da tabureden bozma bir sehpa... Kıvamını tutturamadığım bir kahveyi içip sana yazıyorum. Bir daha yazmam sanıyordum. Sana gelme derken çok emindim. Ben de bir daha sana gelmem sanıyordum. Senden başka bir yolum varmış gibi...
Yeni bir koltuk aldığımı bile senden başka birine söylemek istemiyorum. Birkaç haftadır senin bildiğin o evde yaşamıyorum. Biliyorsun, uzaktı biraz. Burayı görsen çok severdin. Denizi gören büyük pencereleri var, her an denizi görebileyim diye perde almadım. Küçük kare bir balkonu var, küçük dediğime bakma bir masayla iki sandalye rahat rahat sığar. Zaten fazlasına hiç ihtiyacımız olmadı. Kovboy filmlerinin barlarında da olan yarım bir kapının ardında da büyükçe bir mutfak var. Geçen gün bizim ufaklıklarla kek yaptık. Nasıl oluyor da en sevdikleri kek seninkinin aynısı?
Bir yatak bir de gardırobun sığdığı küçük bir yatak odasından başka da bir şey yok evde. Gözlerimi kapattığımda seni görüyorum. Üzerinde tişörtlerimden birisi, çıplak ayaklarınla ahşap parkede dans ediyorsun. Bazı sabahlar öyle uyanırdın ya sen... Çok ama çok erkenden kalkıp fırından boyoz alıp gelirdin. Benim tüm homurdanmalarıma rağmen dans ederek kahvaltı hazırlardın.
Bir de... Bir pikap var. Rastgele girdiğim bir dükkanda çok sağlam bir pikap buldum. Sesi öyle güzel ki... Al işte, sana o sesi tarif edecek kadar dönmüyor dilim. Sırf bunun için bile gelmen lazım. Sana dinleteceğim ilk şarkıyı seçene kadar gelsen de bahar gelse artık şehre.
Eğer gelirsen, bayılacaksın buraya...
Aslında yazmayacaktım...
İçinde senden hiçbir iz olmayan bir eve taşınıp işime gücüme bakacaktım. Kalabalıklara karışıp sarhoş olacaktım, birileriyle tanışacaktım. Şimdi karşımda olsam ve sana bunları söylesem aferin, tek başına mı düşündün bunları, der gülerdin. En kötü olduğum anda bile gelir beni deli edecek bir şey yapmanın bir yolunu bulurdun, tam baş belasıydın. Tam. Elbette sensiz işime gücüme bakamayacağımı çok iyi bilirdin. Ama psikoloğum öyle düşünmedi. Yani senin de soracağın gibi bunları tek başıma düşünmedim. Askerlik sandığım gibi iyi gelecek bir şey değilmiş. Artık iyileşmek istediğim için Ulaş'ı arayıp bana bir psikolog tavsiye etmesini istedim. Gittin gideli ikinci belki üçüncü görüşmemizdi. Özlemişim onu da ama gördüğümde neden kimseyle görüşemediğimi daha iyi anladım. Ulaş da bile senden o kadar çok iz var ki...
Sen birine dokununca, bir yerden geçince yıldız tozları bırakırsın ardından. Gözlerinde gördüğüm yıldızları bir bir bana hediye etmen gibi biraz ama bu sefer senden de habersiz... Nasıl yaptığına onca yılda akıl sır erdiremedim.
Yalnızca taşınmayı becerebildim. İçinden senden hiçbir iz olmayan bir evi bulmak mümkün değilmiş, biz öyle bir karışmışız ki birbirimize gittiğim her yere seni götürüyormuşum.
Bakma böyle söylememe. Yine de yazmayacaktım... İnat değil mi?
Ama bir şey oldu. Taşınırken kitapları rastgele doldurmuştum koliye, yeni eve yerleştirirken öyle yapmayayım dedim. Koliden çıkan her kitaptan birer ikişer okudum. Onca yılın birikmişliği... Benim kitaplarım, seninkiler, dedeninkiler, annemin kitapları, Ege'nin çizgiromanları... Diyorum ya, biz öylesine karışmışız ki birbirimize...
Neyse. Ne anlatıyordum?
Bir kitap... Oğuz Atay'ın o öldükten sonra kitaplaştırılmış günlüğü... 1970'in bir bahar günü bir defter satın alıyor. "Artık Sevin olmadığına göre ve başka kimseyle konuşmak istemediğime göre, bu defter kaydetsin beni; dert ortağım olsun." diye yazmış deftere.
Sevin, iki romanını da adadığı kadınmış. Hayatta onu en çok etkileyen insan... Gerçi sen biliyorsundur bunu. Yan yana oturdukları birer masada birisi romanın Türkçesini yazarken diğeri İngilizceye çeviriyormuş. Öyle bir inanmak... Sonra olmamış, olmaz ya bazen. Sevin Londra'ya taşınmış. Yıllar sonra Oğuz ölmek üzereyken, Londra'da bir hastanede, beraber geçirecekleri bir haftaları olmuş yalnızca. Oğuz'un eşinin onları yalnız bırakmasıyla...
Asi...
Ah Asi!
Kitabın ilk sayfasındaki o satırları ilk okuduğumda, seni Sevin yerine koymuştum. Biraz daha kitap karıştırıp hikâyenin sonunu öğrenince bundan vazgeçtim. Hem benden ne şair olur ne de yazar.
Sadece bu da değil. Ben, Deniz olmadığına göre bu defter dert ortağım olsun, diyemem. Ben dert ortağı değil, deniz kızımı istiyorum. Çok seveceği bu eve kokusu sinsin istiyorum. O dans ederken homurdanmaya başlamadan önce ona eşlik edeyim istiyorum. Her köşesinde kahkahası yankılansın istiyorum. Onun eşlik ettiği bir şarkıyı ezberlesin bu duvarlar istiyorum.
Neden korkuyorum biliyor musun? Hiç gelmeyeceksin. Seni bir daha görmeden yaşlanacağım. Seni bir daha görmeden öleceğim. Sonra hayırsızın biri kitaplıkta ne var ne yok boşaltacak. Belki bir kütüphaneye, belki bir sahafa, belki bir çöpe... Biraz şanslıysam sonuncusu olmaz. Yazdıklarımdan hiç haberinin olmadığı bir son... Sonra hemen sildim bu düşünceleri aklımdan.
Biz yollardan geçeriz, evlerden, denizlerden, şehirlerden, insanlardan geçeriz ama birbirimize gelmenin bir yolunu buluruz. Hep geldik. Kara balık, deniz kızını takip etmeye mecbur yoksa sonu bir balıkçılın midesi olur.
Elim kalemde, gözüm yollarda.
Tez gel, bir mektup daha yazdırma bana.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Aşkın Tüm Çağları
General FictionBu okuyacağınız hikâye bir denizkızının hikâyesi. Ama ne hikâye sizin bildiklerinizden ne de denizkızı. O zengin bir deniz ülkesinin yegâne prensesi değil ya da denizde kaybolan prensi kurtarıp ona âşık olacak da değil. Hele bir kayanın üzerinde yeş...