Elimdeki siyah boks eldivenini salladım ve önümdeki kum torbasına güçlü bir yumruk geçirdim. Kum torbası biraz savrulduğunda, Yiğit tutmuştu. Tekrar bir yumruk geçirdim, bir öncekinden daha sertti.
Alnımdan ve göbeğimden sular akıyordu. Tekrar tekrar vurduğumda, durdum. Kollarım acıyordu artık. Yiğit anlamış olacak ki yanıma geldi ve ellerimdeki eldivenleri çıkardı.
"Bitti mi?" dedim ihtiyaçla.
"Hayır" dedi direkt.
Bıkkınlıkla omuzlarımı salladım ve önüme gelen saçımı çektim. Bu sırada Yiğit konuşmaya başladı:
"Kum torbasına tırman hadi" dedi.
Kaslarım çatıldı.
"Ne yapayım?" şaşkın bir sesle.
Ofladı ve yanıma yaklaştı.
"İzninle?" dediğinde, kafa salladım. Ne yapacağını beklediğim sırada, hızla koltuk altlarımdan tuttu ve yukarı kaldırdı. O kadar rahat havaya kaldırmıştı ki beni, tüy kaldırıyordu sanki.
Beni kaldırdı ve kum torbasına yaklaştırdı.
"Bacaklarını sar torbaya" dedi sakin bir tonda.
Biraz beklediğim sırada "Hadi avukat!" dedi.
Bacaklarımı sardım, sıkı sıkı tutuyordum, birbirine kenetlemeye çalışıyordum bacaklarımı. Canımın acıdığını hissediyordum. Bu sırada Yiğit beni bırakmış, arkamdan çekilmişti.
"Yiğit, bırakma, tut beni!" dediğimde, ilk defa ona adıyla seslendiğimi fark ettim. Ondan ses gelmediğinde, derin bir nefes aldım.
Düşeceğimi hissediyordum. Kahretsin! Neden ondan beni tutmasını istemiştim ki!
"Yapabilirsin avukat, bacaklarını sık" dedi.
Kaşlarımı çattım ve dediğini yaptım. İçimden saymaya başladım. Saniye sayıyordum.
Bir... İki...
Üç...dört...
Yirmi beş... Altmış beş...
İki yüz beş... Beş yüz beş...
Bin beş yüz beş...
Üç bin beş yüz beş...
Üç bin altı yüz...
İçimden dediğim üç bin altı yüz sayısı ile yanımdaki adamın dudaklarından dökülen "Kendini bırak, tutacağım" sesi aynı anda çıkmıştı.
Vücudundan suların aktığını hissediyordum. Saçlarım terden alnıma yapışmıştı. Bacak kaslarım yanıyordu. Yiğit tekrar konuştu.
"Kendini bırak bana avukat, hadi" dediğinde, bir bacağımı serbest bıraktım.