Son bir haftadır zilin kaçıncı çalışı olduğunu sayamamıştım. Her gün Yiğit geliyor, onu içeri almam için kapıda bekliyordu. Bense duymamazlıktan, tanımamazlıktan geliyordum. Vücut ağrılarım geçmişti fakat ruhen ağrılarım hâlâ çok tazeydi, kimseyle görüşmek ya da konuşmak istemiyordum. Tekrar onların arasına dönmek mi? İşte bu konuda kesin çizgiler çizmekte zorlanıyordu beynim. Kendime kızıyordum ama gerçek buydu. Zil tekrar çalmamıştı, Yiğit her gün gelir, üç kere zili çalar, üç saniye bekler, ismimi bağırmaya başlardı. Fakat zil bir kere çalmış ve sessizliğe gömülmüştü. Tekrar zil sesi beklerken, ismimin bağırıldığını duydum fakat bu ses Yiğit'e ait değildi. Aylardır görmediğim Eren'in sesiydi bu ses. Hızla kapıya yürürdüm ve kapının deliğinden baktım, küçük oğlanı gördüğümde gülümsedim ve kapıyı açtım. Eren'e gülümsediğimde, yan duvardan çıkan uzun bedeni gördüğümde kaşlarım çatıldı ve kapıyı kapatmak için yeltendim fakat Yiğit kapıyı tuttu ve kapatmamı engelledi.
Eren'e yalancı bir öfkeyle baktığımda, elleriyle oynamaya başladı. Yiğit "Çocuğa kızma, çok ısrar ettim." Dedi. Eren "Ahu abla bu ağabey arkadaşın değil mi? Yoksa seni rahatsız mı ediyor?" dedi ve minik bedeniyle Yiğit'in karşısında durmuştu. Ona gülümsedim ve saçlarını okşadım. Ona döndüm "Hadi sen git, ben hallederim." Dediğimde, kafasını salladı. Yiğit o gitmeden saçlarını okşadı, cebine para sıkıştırdı ve onu gönderdi. Eren gittiğinde, çatık kaşlarla ona döndüm ve konuş der gibi baktım fakat sustu sadece bana baktı.
"Ne diye kapımı aşındırıyorsun günlerdir? Küçücük çocuğu alet ediyorsun bir de!" dedim.
"Konuşmak istiyorum." Dedi.
"Konuş!" dedim. Derin bir nefes aldı ve sabır dilendi.
"Tamam anlıyorum öfkelisin, kırgınsın, hakkında ama hâlâ bir görevimiz var –" dediğinde, sözünü kestim.
"Görev mi? Görev, bana yalan söylendiği gün bitti! Bana ihanet ettiğiniz gün bitti!" dedim net ve öfkeyle.
"Sana yalan söyleyen biz değildik! Barlas, ben, ya da diğerleri sana yalan söylemedik. Barlas sana açıklamış, kırgınsın anlıyorum ama ihanet falan yok! Şunu deyip, beni sinirlendirme." Dedi.
"Beni uyarabilirdi ama yapmadı çünkü ben sen ya da Alin değilim!" dedim öfkeyle.
"Bu ne demek!" dedi sinirle.
"İnce eleyip, sık dokuyacağı kadar içinizden biri değilim, olamam zaten, aylar önce çıkıp gelmiş biriyim. Size öfkeli değilim, kendime öfkeliyim." Dedim, boğazım yırtılırcasına.
"Neden?" dedi.
"Ne neden Yiğit?" dedim bağırarak.
"Neden kendine öfkelisin? Neden kendini dışarı görüyorsun?" dedi. Zeki bir adamdı fakat benden duymak istediğini anlayacak kadar zeki bir kadın vardı karşısında. Çok öfkeli bir kadın.
"Çünkü lanet dünyada ilk defa bir yere ait hissettim! İlk defa gerçekten bir ailenin bir parçası sandım kendimi, hata yapmaktan çekinmedim, sizin için ateşe atılmaktan çekinmedim. Kendimi..." dedim, nefes aldım, nefesim daralıyordu.
"Kendimi sizden biri sandığım için kendime çok öfkeliyim Yiğit Yaman!" dedim yüksek sesle.
"Demek öyle, biz değiliz." Dedi, çok sakindi, bu sakinlik sinirimi bozuyordu.
"Ne değilsiniz?" dedim. Hışımla burnumun dibine yaklaştı.
"Seni Alaka'nın üyesi yaptığımız için pişman değiliz. Tamam ilk geldiğinde sana kötüydüm ama sonra seni gördüm avukat, çok zekisin, bir o kadar hırslı, çalışkan... Her gün bırakman için canına okudum ama sen bana tebessümle bir savaş açtın ve beni yendin, beni yendin avukat." Dedi ve nefes almak için eğildi, ardından tekrar yüzüme baktı.