Limana varmadan önce Giolla yamaçlarına paralel bir şekilde ilerlediler. Liamh, bu oyalanmanın nedeninin gemideki dikkat çekecek olan adamların suya atlayıp yamaçlardaki mağaraya gizlenmeleri olduğunu anladığında bir kez daha hayrete düştü. Connor McGiolla zeki bir adamdı ve eğer yaşadıkları onursuz durum olmadan önce yaptıkları yardım çağırıları babası dahil herkes tarafından önemsenmeyerek göz ardı edilmiş olmasaydı, oğulları muhtemelen kurtuluş davasında en yakın silah arkadaşları olurdu. Giolla ve Dubhagail klanlarının geçmişteki gücünü ve bu güçten ötürü sevilmediklerini biliyordu. Muhtemelen diğer güçlü beylikler yeniden McGiolla emri altına girmek istemedikleri için, onlar toprak kaybederken ses çıkarmadılar. Buna kendi klanı da dahildi. Lakin bu onursuz geri çekiliş Dubhagail'in de sonunu getirmişti. Liamh ise babası öldükten kısa bir süre sonra tüm itirazlara ve hor görülmeye karşın Kral Frealaf'ın davasını güderek McAodha klanını yeniden inşa etmişti. Bunu yaparken Atası Aodh Dubhagail'i örnek almış ve onun izinden gitmişti. Yaklaşık on beş yılın sonunda tüm çabaları dilediği sonucu vermiş ve Dubghagail soyu Aodh oğulları hak ettiği yeri almıştı. Dedesi Giolla vadisini kaybettikten elli yıl sonra, büyük bir tesadüf eseri yeniden topraklarına katacak olmak ise tanrının bir oyunu olmalıydı.
Gemi limana varana dek bu konu hakkında epeyce kafa yordu genç adam. Sonunda karaya vardıklarındaysa yeniden yemek yiyip su içecek olmanın verdiği rahatlama ile yerinden doğrulup gemi içindeki adamları ve eşlerini bir gruba, yaşlılar ve Arcana'yı diğer guruba ayırdı. Kadın cevap vermeden yahut yanına yaklaşmadan sessizce emirlerini yerine getirirken Aloin'in kolundan bir an olsun bile ayrılmamıştı. Eski deri pelerininin kukuletasını burnuna kadar indirmiş yerden başını kaldırmadan yavaşça onları takip ediyordu. Liamh, Finn'e onları derhal işlettiği hana götürmesini emretti. Bunu yaparken içeriyi boşaltacak ve onları odalarına kilitleyecekti. Kilit altında tutma kısmının gerçekleşmeyeceğini bilmesine rağmen söylemeyi ihmal etmedi çünkü bu adamların etrafta McGiolla varisi geri döndü diye bağrışıp yazacağı mektup saraya varmadan yeni bir dedikodu yayacaklarından şüphe ediyordu. Bu durumun vahametini ve sonuçlarını anlayabileceklerinden ise şüpheliydi. Şayet Arcana'nın varlığı duyulur ise Liamh, nişanlarını duyursa dahi kız için onunla düelloya girmek isteyecek birçok bey tanıyordu. Finn, ile handa esaslı bir konuşma yapması gerektiğinin farkındaydı ve tabii Arcana'nın son anda kararından cayması kimse için iyi olmazdı.
Liamh, sıkıntılı bir nefes verirken tüm bu olayların sonunda evli bir adam olacağı gerçeğiyle artık yüzleşmesi gerektiğini düşündü. Onun gibi saygın bir lordun eşinden, klanının ve kralın beklentileri düşündüğünde ise kalbi sıkışacak gibi oldu. Peki ya kendi kalesine döndüğünde kız kardeşi ve annesi bu duruma ne tepki vereceklerdi? Gelin adayları hususunda annesinin tutumu belliydi. İskoçya'nın, sayesinde en seçkin hanımlarından biri olan Leydi Moire kendi şanına yaraşır bir gelin arayışındaydı. Kralın en küçük kızını davaları için reddedişinin ardındanLiamh'ın ona götüreceği ise, annesi için muhtemelen hayal kırıklığının en büyüğü olacaktı.
Ayaklarını sürüyerek liman kenarında bekleyen arabacı çocuğa eliyle işaret etti. Onunla hatırı sayılır bir meblağa anlaşırken çocuğun çıkardığı kağıt üzerine hızlıca meblağı yazarak parmağındaki yüzükle mühür bastı ve sonrasında klana uğrayıp kahyaya faturayı vermesini söyledi. Muhtemelen bir aylık arabacılık masrafını tek seferde karşılayacak olan genç başta yadırgasa da Liamh kukuletasını çıkarıp yüzünü bağışladığında derhal kafa sallayarak arabayı hazırlamaya koyuldu.
Genç adam Finn in yanına koştu.
"Bir araba hazırlattım Finn, Derhal ihtiyarları ve Arcana'yı kimse görmeden uzaklaştırmak icap ediyor."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SÜRGÜN
Historical FictionLiamh McAodha, İskoçya'nın kaderini belirleyecek arayışın onu hiç tanımadığı bir kadınla evlenmeye mahkum edeceğini biliyordu. Üstelik ülkesi ve toprakları için bu kararı veren ta kendisiydi. Lakin gelininin yirmi yıl boyunca bir mağarada sürgün hay...