Akif ve Saffet evden gittiğinden beri, sessizce oturuyorduk salonda. Evdeki tek sesin onlardan geldiğini ancak gittiklerinde anlamıştım.
Akif'de normalde bugün gitmesi gerekirken bizi yalnız bırakmamak için biraz daha duracaktı. Onun burada olması biraz da olsa gönlümü rahatlatıyor ama diğer yandan aşırı derecede gururumu kırıyordu.
Her şeyim olan Ömer'den beni koruyacak birilerine ihtiyaç duymak, aşırı gurur kırıcıydı.
Ömer yine haberlere dalmış bir vaziyette, parmaklarının arasındaki sigarayı içerken salondaki tek ışık kaynağı televizyona bakıyordu. Yine haberler açıktı, siyasi bir programdı. Sesi kısıktı, duyduğundan bile emin değildim.
Onu dakikalardır izlediğimi fark ediyor muydu bilmiyordum ama bir kere bile dönüp bakmamıştı bana. Sanki burada değilmişim gibi davranıyordu.
Aramızdaki soğuk savaş öyle bir hal almıştı ki artık beni sevmediğini fısıldayan düşünceler etrafta yankılanıyordu sanki.
Beni sevmiyor muydu?
Düşünmek bile kalbimi acıttı, tutunduğum tek dal onun bana olan sevgisiydi. Dalını tuttuğum ağaç ise beni istemiyor gibiydi, o dal beni yere fırlatmıyordu.
Ama yere düşmek üzereydim.
"Ömer," deyiverdim birden, ses tonum bile ortamla aynı soğukluktaydı.
Kafasını ağır ağır bana çevirip baktı, cevap vermedi diyeceğim şeyi bekledi. Yeşil gözleri yüzüme kitlendi.
"Artık beni sevmiyor musun?" sanki 'su içecek misin? yarın dışarı çıkalım mı?' gibi normal bir soru sormuştum.
Ömer'in yüzünde mimik oynamadan suratıma bakmaya devam etti, yeşil gözleri saniyeler içinde zorla benden ayrılıp yeniden televizyona döndü.
Nefesim daralır gibi oldu, gözlerim dolu dolu olduğunda göğüs kafesim inip kalktı hızlı hızlı.
"Ömer." dedim yeniden, bu sefer az öncekinin aksine sesim çatallaşmıştı. Bana dönmedi, dudakları aralandı.
"Eğer seni sevmeseydim," kalın sesi kulağıma geldiğinde tüylerim ürperdi. "Nefes alıyor olmazdın."
Bunu dediği an nefesim kesildi sanki.
"Anlamadım?" diye sordum korkarak.
"Bir şey yok." dedi yalnızca, dudaklarına bir gülümseme kondurdu.
Korkuyordum ve ondan başka sığınacak kimsem yoktu. Beni korkutan adama sığınmak için ayağa kalktım, oturduğu koltuğa varıp hemen yanına geçtim. Kafamı omzuna koydum.
"Ömer, seni çok özledim." dedim, yanımda olduğunu biliyordum ama eski Ömer'i özlemiştim.
Sigarasını dudaklarına sabitledi, yeniden güldü.
"Ömer şehit oldu."
İrkildim, bir duman çekip kafasını bana çevirdi. Dumanı yavaşça dudaklarının arasından çıkarırken ilk dudaklarıma, sonra gözlerimin içine baktı.
"O şehit oldu, aşkını bana emanet etti." uzanıp dudaklarını dudaklarıma bastırdı. Kaskatı kesilmiş bir vaziyette dururken, o saniyelerce öptü ve kokumu içine çekti.
Geri çekildi yavaş yavaş, elini yanağıma koydu.
"Seni öylesine seviyorum ki sarı bebeğim," dedi gözleri yüzümde turlarken. "Nefes alman benim için bir mucize."
"Benden nefret ediyorsun." gözyaşım yanaklarıma süzüldü.
"Ah sarı, ah." dedi uzanıp boynumdan öpüp. Geri çekildi ve televizyon ekranına döndü.
"Sen iyi değilsin." dedim bu sefer, gülerek sigarasını küllüğe bastırdı.
"Olacağım."
"Nasıl?" diye sordum, yerinde dikleşti.
"Olacağım Erdal, sorgulama." dedi yalnızca.
"Böyle yaptıkça senden korkuyorum." dedim bu sefer korkumu dile getirirken.
"Şu hayatta bir sana zarar vermem Erdal." keskin, kesin bir dille söyledi. Bakışlarını haberden ayırmadı.
O sırada kapıdan ses geldiğinde Akif'in geldiğini anladım, saniyeler sonra içeri girdi. Işığı kapalı salonda bize göz gezdirip lambayı açtı.
"Ne yapıyorsunuz?" diye sordu Akif yüzüme bakıp, nasıl bakıyordum bilmiyordum ama kendimi kötü hissediyordum.
"Haber izliyoruz." dedi Ömer bakışlarını ona çevirip.
"İyi," dedi Akif elindeki anahtarı çevirirken, yanımıza ilerledi ve garip garip bakarak tekli koltuğa oturdu.
Bana ne oldu anlamında göz kırptığında cevap vermedim, Ömer'in yanından kalkıp nefes almak için bahçeye çıktım.
"Otur." Ömer'in sesini duyduğumda omzumun üstünden geriye baktım, Akif ayağa kalkmak üzereyken onu duyunca birkaç saniye bakıp ardından oturdu. Ona demişti.
Geçip bahçe koltuğuna oturdum, boğulur gibi nefes alıp veriyordum.
Gözlerimi kapattım, sakinleşmek ve düşünmek için.