Melih'den;
"Eyvallah abi! Hayırlı işler."
Aldığım su şişesinden bir elimden diğerine atıp, gözlerimi kısarak sahil kasabasına benzeyen yerin kalabalık sokağına baktım.
Burada olduklarını biliyordum, takip ettiğim kadarıyla bu semtte oturuyorlardı ama evlerini bir türlü bulamamıştım. Evlerinin yerini bilseydim eğer onu görmem daha kolay olacaktı, şimdi her yere teker teker bakmak can sıkıcıydı.
Karşı kaldırıma geçip suyun kapağını açtım ve kafama diktim. En son sabah yaptığım kahvaltıyla duruyordum ve az buçuk acıkmıştım. Biraz daha etrafta dolanıp kendime güzel bir mekan bularak karnımı doyurmam gerekiyordu.
Ömer'in sakatlandığını duymadan önce ne güzel onu unutmaya çalışıp kendi yoluma bakmıştım ama Mehmet babadan duyduğum bu haberle yıkılıp, yeniden kalbimin onunla dolup taşmasına engel olamadım.
Rüyalarıma girmeye, aklımdan çıkmamaya başlamıştı. En son Erdal ile yaşadıklarını az buçuk biliyordum ve asla içim rahat değildi. Onun Ömer'e güzel bakacağını düşünmüyordum.
İyi olup olmadığını bile bilmiyordum, sarı solcunun yazdığı mesajlar sadece hareket içerikli oluyordu ve bu durum canımı sıkınca en son kendi gözümle iyi olup olmadığını görmek için buraya gelmiştim.
Yaşadığım şehirden baya uzaktaydı, sarı solcu benden kaçırmak için güzel bir yer seçmişti.
Soğuk sudan bir yudum alıp yutmadan biraz beklettim, şişeyi tuttuğum elimin bileğindeki gümüş saate baktım. Saat bes olmuş, güneş batmaya yakındı, hava biraz esintili olsa da acayip güzeldi.
Suyu yutup, etrafıma bakındım. Nereye gideceğimi bilmiyordum, çok fazla evde yoktu zaten ama büyük alanda yer yer dağılmıştı bu iki katlı müstakil evler.
Adımlarımı sahil kenarına yönlendirdim, havaların soğumasına rağmen plaj hâlâ doluydu. İnsanlar denize girmese bile burada oturuyordu, uzaktan herkese bir göz gezdirdim.
Tanıdık bir yüz göremedim, zaten ikisinin buraya gelip oturacağını düşünmüyordum. Aralarında hoş bir sohbet bile dönmüyordur belki de, ettiği beddualardan sonra onunla yeniden bir arada olması bile mucizeydi.
Suyu kafama dikip, bitirdim ve hemen yandaki çöpe attım. Elimi yırtık pantolonumun cebine koyup sahil kenarından ayrıldım.
Bugün de bulamayacaktım belli ki onu.
Onu görmedikçe endişem daha çok artıyor, Akif'in telaşlı bir halde otelden çıkıp gitmesini hatırladıkça kalbime ağırlık çöküyordu. Otoparkta öylece durup 'Nolur Ömer'e bir şey olmamış olsun' diye dua ettiğim zamanı, dolu dolu olan gözlerimi hatırladıkça nefesim daralıyordu.
Aşık mıydım? Bilmiyordum.
Aşık olan insanların ne olursa olsun vazgeçmeyeceğine emindim. Ya da 'o iyi olsun da yeter' dediğine. Giderken bile aklım onda gitmiş, belki onların ilişkisine imrenerek bakmıştım. Sonra unutmaya çalışıp, başkalarıyla birlikte olmuştum.
Her yattığım adamda ondan bir parça aradım. Çok sevdiğimden değil, elde edemediğim nadide bir parça gibiydi benim için. Ona dokunmak, yanında olmak dünyada bahşedilmiş en güzel şeylerden biriydi belki de.
Erdal bunun kıymetini bilememişti.
Ve ona rağmen hâlâ onun yanındaydı.
İşte bu durum sinirimi bozuyordu, değerini bilecek en iyi kişi benken ondan uzak durmak sinirlendiriyor, ona kavuşmak için çabalamama sebep oluyordu.
Biliyordum, Erdal engel olmasaydı o da beni seçecekti.
Telefonum cebimde titrediğinde düşüncelerimden uzaklaşıp cebimden çıkarıp ekrana baktım, şimdi kaldığım yerdeki arkadaşım arıyordu. Aramayı cevaplayıp sokağı döndüm.
"Efendim Zehra?"
"Napıyorsun devrimci?" dediğinde güldüm.
"Öyle geziniyorum, sen?"
"Ben de işten çıktım eve geçtim, sen olmayınca ne kadar sessiz oldu ya bu ev. Çabuk gel, Harry Potter izlememiz gerek." dediğinde güldüm, bin kere izlemiştik.
"Tamam, asaları çıkar geleceğim yakında. Görünmezlik pelerini sipariş etmiştin, geldi mi?"
"Meliih," dedi inleyerek. "Geldi, acayip güzel. Kamerada bir ayar yapıyorsun bildiğin filmdeki gibi oluyor."
"Çok iyi."
"Ve ayrıca herkes bizde toplanacak. Doğum gününde sana sürprizimiz var." muhtemelen Harry Potter pastası yapacaklardı.
"Kimler gelecek?"
Cebimden zor bela bir dal sigara çıkarıp dudaklarımın arasına koydum, gözlerim etrafta dolanıp deniz kenarına takıldı. Zehra hızlı hızlı konuşuyordu.
O sırada donup kalmama sebeb olacak kişiyi gördüm.
Ömer'i.
Deniz kenarında, sağ kolunda tuttuğu kol değneğiyle yürüyen kalıplı, iri gövdeli adam yutkunmama neden oldu.
Onu en son gördüğümde böyle değildi, çökmüş bir haldeydi. Saçı ve sakalı uzamış, kıyafetlerinin ise eskisiyle bir alakası yoktu.
Kalbim hızlı hızlı atıyordu hem onu gördüğüm için, hem de kötü halde gördüğüm için. Gözlerim doldu.
"Zehra, kapatıyorum."
Telefonu kapatıp elimde tutarken, yakmadığım sigaram yere düştü.
Aşırı kötü duruyordu ama yakışıklılığından bir şey kaybetmemişti.
Banka doğru ilerledi, yavaşça oturdu. Arkası bana dönük duruyordu.
Dakikalarca baktım, en sonundaki cesaretimi toplayıp yanına yürüdüm. Bacaklarım titriyordu.
Bankın arkasından dolanıp, yan kısıma geçtiğimde denizi izleyen yeşil gözleri bana döndü. Beni gördüğü an yüzümü anında tanıdı, kaşları havalandı, gözlerini yüzümden çekmedi.
Kalbim hızlı hızlı atarken derin bir nefes aldım.
"Ömer..." dedim sakin çıkmamasına özen gösterdiğim sesimle.
Sonunda onu görebilmiştim.