Akif'den;
"Evet kardeş geldim iki üç gündür, Erdal'da iyi sayılır."
Direksiyonu sertçe sağa doğru çevirirken yanımda gevşek gevşek konuşan Erzincanlı denen yavşağa öfkeli gözlerle baktım.
Sırf benim inadıma otele giden tüm yol boyunca Sivaslı ile konuşmuştu, hâlâ da devam ediyordu. Hatta bir ara Akif'in sana selamı var diyerek gülmüş, muhtemelen telefonun diğer ucunda bulanan çocuğun kaskatı kesilmesine sebep olmuştu.
"Ya şimdi yanımda Ömer'in askeri var diye anlatamıyorum, uygun bir yere geçtiğimde aktarırım olayları." dedi Ahmet kendisine sırıtarak yan bir bakış attı.
"Kapat o telefonu, yoksa seni arabadan atarım." diye öfkeyle söylendim. Bilerek fısıltı halinde söylemiştim ki Ali sesimi duymasın.
Çünkü daha konuşma günümüze vardı ve biraz özlesin istiyordum.
"Aynen kardeşim..." dedi bana aldırmadan, kelimeleri uzatarak.
O sırada otelin önüne geldiğimiz için öfkeyle arabayı durdurdum. Hâlâ gülerek konuşan çocuğun telefonu tutan eline uzanıp ne olduğunu bile anlamadan hızla çekip aldım. 'Kangal' yazan ekrana kısaca bakıp, çocuğun yüzüne kapattığım için sonradan üzülmeyi kendime not ederek kırmızı tuşa bastım.
"Lan," dedi Ahmet iş işten geçmişken telefonu elimden alarak, ekrana baktı ve ofladı. "Niye kapatıyorsun sokuk?"
"Yeter, şımarma." dedim ters ters bakıp, gözlerimi ondan ayırmadan kapıyı açıp hışımla dışarı çıktım. O da umursamadan peşimden kapısını açıp çıktı.
"Bana böyle davranamazsın yalnız reis, karşında küçük çocuk yok." dediğinde he he anlamında kafamı sallayıp arka kapıdan çantamı çıkardım.
"Ne olduğunu sikimde değil, şu üç gün bana bulaşma yeter."
Pis pis sırıtarak o da çantasını çıkardı, onunla daha fazla uğraşamayacağımı anlayıp şehrin en lüks oteline doğru ilerledim. O sırada kapıya gelen görevliye anahtarı teslim ettim, Ahmet arkamdan geliyordu.
"Galiba iki aylık maaşımı buraya bırakıp çıkacağım." diye mırıldandı Ahmet etrafına bakınırken. Gözleri tavanda geziniyordu malın.
"Burayı ben bulduğum için ben ödüyorum." dedim, ne kadar nefret etsem de burası aşırı pahalıydı ve onun da maddi durumunun pek iyi olmadığını biliyordum.
"Hayır, ben bunu kabul edemem." dedi yalandan ama sevindiği ses tonundan bile belli oluyordu.
"Kabul edersin," dedim resepsiyonun hemen önünde durup. "Üç gün bana bulaşma, parayı ödemiş sayarım."
"Tamam o zaman ben iki maaşımı vermeye razıyım."
Sıkıntılı bir nefes aldım, gerçekten bu oğlanla uğraşılmazdı. Hayır dövmek istesem benden de güçlü duruyordu pezevenk, Ömer'in de ayağı sağlam değildi ki onunla beraber kavgaya gireyim.
Ömer aklıma geldiğinde saatime baktım, iki saat vardı kliniğe gitmesine. Ona yetişmem gerekiyordu çünkü bugün çok ağır geçecekti, muhtemelen dayanamayıp düşüp bayılacaktım orada ama kadınların ya da o bebek Erdal'ın gitmesindense benim gitmem daha mantıklıydı.
Oda kartlarımızı aldığımızda yan yana olan odalarımıza çıkmak için asansöre bindik. Dümdüz önüme bakıyordum ama o kıvrılmış dudaklarıyla beni izliyordu. Garip bir çocuktu.
"Niye bakıyorsun göt?" dedim ona bakmadan. Rahatsız ediyordu.
"Ali sende ne bulmuş ona bakıyorum, bulamadım hâlâ." yine onun meselesini açtığında seslice ofladım. Güldü, o sırada asansörün kapısı açıldığında çıkıp yürüdüm.