"Şimdi sen bu mahallede mi doğdun?"
Etrafıma yabancı gözlerle bakarken kafamı olumlu anlamda salladım, gözlerim hâlâ mezarlıkta yaşadığım duygu patlamasından dolayı yanıyordu. Çok ağladığım için gözlerimin kıpkırmızı olduğuna emindim ama aradan iki saat geçmişti, çoktan kendime gelmiştim.
Bir yaşa geldiğim mahalleye geldiğimde biraz duygulanmıştım elbette. Evimiz yıkılmıştı, yerine binalar dikilmişti zaten bu gerçeği çok önceden gördüğüm için umursamadım ama keşke hâlâ ev yerli yerinde dursaydı diye düşünmeden edemiyordum.
"Aslında asıl doğduğum ev köy evi, orada doğup çoğu zamanımı burada geçirirmişim. Babaannemin ilçede evi olduğu için."
İlçe şimdilerde köy halinden çıkmıştı, normalde doğduğum evle aralarında çok bir mesafe yoktu, doğduğum ev yangında mahvolduğu ve bir süre sonra köylüler tarafından yeniden inşa edildiği için oraya hiç uğramak istemiyordum.
"Hatırlamıyor musun bir şeyleri?"
"Ufak tefek anılar aklıma geliyor ama çok küçüktüm."
Erzincanlı kafasını sallayıp sigarasını içmeye devam etti, etrafı meraklı gözlerle inceliyordu. Bana 'senin Ömer'den önce de bir hayatın olduğunu bilmek garip geliyor' demişti.
Aklıma Ömer gelince cebimden telefonu çıkarıp attığım son mesaja baktım, görüldü bile olmamıştı. Şerefsiz resmen zorunluluktan yazıyordu, ben onu it gibi özlemişken o bir mesaj atmaktan bile acizdi.
Sesini ise sadece bana attığı ses kaydında duymuştum, o sıra delirdiğim için çok fark edemedim. Normal mesaj yazarken birden ses kaydettiğini görünce heyecanla bekledim, yirmi üç saniyelik ses kaydını, yani Akif'in şerefsizliğini dinlediğim an kan beynime sıçramıştı. Oturduğumuz lokantadan dışarı çıkıp iyi bir sövmüştüm.
O adamın böyle şeyler yapası olmasa bile aklına giriyordu pezevenk, kendisi ne bok yerse yiyebilirdi ama benimkini neden yanında götürüyordu? Şerefsiz Akif.
Akif aklıma gelince arayıp sövmemek için kendimi zor tuttum, bu sefer sadece ona değil, yeşil gözlü şerefsize de küfür edecektim.
Telefonu cebime iliştirip kafamı kaldırdım, o sırada eski küçük berberi gördüğümde gülümsedim. Tek değişmeyen yer Hüseyin abinin berberiydi.
"Ahmet, gel şurda tanıdığım bir abim var ona selam vereyim." dedim çenemin ucuyla berberi gösterip.
"Tamam."
Elimi cebime koyup önünde eski püskü taburelerin olduğu berbere yanaştım, birkaç kişi vardı içeride. Beyaz önlüklü, beyaz saçlı Hüseyin abi birinin saçını tıraş ediyordu.
"Kolay gelsin." dedim neredeyse unuttuğum kendi dilimle. Erzincanlı Kürtçe konuştuğum için irkilerek bana baktı, yanında hiç konuşmamıştım.
Aniden tüm bakışlar bana döndü, Hüseyin abi kaşları çatık bir şekilde bana döndü.
"Sağ ol," dedi uzatarak. "Saç mı sakal mı? Biraz beklemen gerek."
Her geldiğimde aramızda geçen muhabbet yine döndüğünde gülümsedim.
"Tanımadın mı Hüseyin abi beni? Korkmaz'ların en büyük oğlu." hayatta kalan tek oğlu.
Hüseyin abi yüzüme uzun uzun baktı, söylediğim şeyi kafasında tartıyor olmalıydı. Ardından yüzünde büyük bir gülümseme belirdi. Elindeki usturayı kenara bıraktı.
"Erdal oğlum..." dedi garip bir sesle. Ne zaman beni görse ağlayacak gibi olurdu, babamın en yakın arkadaşı olduğu için üzülürdü hep yüzüme bakıp.