26- SARI SOLCU

36.3K 3.6K 3K
                                    

Akif'ten;

Bahçede iki dakika rahat bırakmayan Holmes adlı golden cinsi köpeğin bana getirdiği topu yeniden çalıların arasına gönderdiğimde hevesle koştu.

Solcu gittiğinde Holmes'ı yola götürmek zor olacağı için çocuğundan ayrılıp onu Ömer ile bırakmıştı. Hayvanlara karşı ayrı bir sevgim yoktu ama işte bu pezevenk şimdi ikimize emanet edildiği ve biz olmazsak aç kalacağı için aklıma geldiği an yemeğini suyunu veriyordum. Neyse ki Ömer ile beraber yürüyüşe çıkıyordu da, o kısımdan kurtulmuştum.

Saat epey bir geç olduğunda telefon ekranına baktım, bugün normalinden fazla yürüyüş yapmıştı. Mahalleden çıktığında onu takip etmek istesem de kötü hisseder diye dokunmamıştım.

Şu sıralar hem bedensel hem de kafa olarak eskisine göre daha iyiydi. Aksaklığı hâlâ geçmemişti elbette ama kol değneğine mahkum, hayatını evde sürdüreceğini düşünecek kadar çökmüş durumda değildi. Ayağı acısa bile çabalıyordu.

Özel Kuvvetler Komutanlığına girmek için.

Bunu solcuya söyleyemiyorduk çünkü duysa delirecekti, Ömer'in yeniden asker olmasını isterdi elbette ama özel kuvvetlerin eğitimlerini duyduktan sonra aynı düşüncede olacağına emin değildim.

Solcu gittiğinden beri bakışları bile düzelmişti, o gittiği için değil. Hem ayağı yavaş yavaş düzelmeye başladığı, hayata döndüğünden hem de kokusuna muhtaç olduğu sarıya nefretinin bitmesinden.

Askerden gazi olarak geldiğinde ona olan bakışlarını fark etmemiştim, her şeyin normal olduğunu düşünürken bu son gelişimde Ömer'in gözündeki nefreti ve kini gördüğümde tüylerim ürpermişti. Ömer'in daha önce kimseye öyle baktığını görmemiştim.

Solcu Erdal dışında başka sevmediği insanlarda olurdu, hatta mahallede bıçaklı kavgaya girdiği başka biri daha vardı ve ona bile böyle bakmadığını hatırlıyordum. Farklıydı, zıt duyguların birleşimi olan korkutucu bir bakıştı.

Şimdilerde ise yavaş yavaş geçmişti bu durum, ondan bahsedince bazı zamanlar şefkatle gülüyordu. Zaten onu çok sevdiği belliydi ama içindeki nefrette yavaş yavaş azalıyordu.

Sıkıntılı bir nefes alıp ayağa kalktım içeri gitmek için, o sırada bahçe kapısında görünen uzun boylu adamla duraksadım. Ömer dümdüz bir ifadeyle içeri girdi, yeşil gözleri bana değdi.

"Nerede kaldın lan?" diye sordum canının acısını belli etmeden içeriye yürüyen adama.

"Deniz kenarına kadar yürüdüm." dedi ayakkabısını çıkarıp iri gövdesiyle salona yürürken.

"İyi iyi." yürümesi çok iyiydi.

Yorulduğunu belli eden bir nefes aldı ve koltuğuna oturdu. Kol değneğini kenara koyup rahatça yaslandı koltuğa. Karşısındaki koltuğa geçip oturdum.

"Melih geldi yanıma." dediğinde irkildim, telefonumu çıkaracakken donup kaldım.

"Lan buldu mu sonunda?" dediğimde kafasını salladı.

"Ne yaptı?" telefonu çıkarmaktan vazgeçip heyecanlı ve gergin bir şekilde sordum.

"Yanıma geldi, konuştu." dudaklarımı birbirine bastırdım.

"Ömer inşallah ona tatlı dille cevap vermemişsindir." hiç ihtimal vermiyordum ama sarının korkusundan yine de sormak istemiştim. Yeşil gözleri bana döndü, boş boş baktı.

"Akif, o sikimde bile değil." dedi yalnızca. Derin bir oh çektim.

"Biliyorum, biliyorum." dedim geriye yaslanıp, Ömer için Erdal'dan başka kimse yoktu.

DEVA Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin