Dün akşamdan sonra salona bile uğramadan direkt yatak odasına geçip, yorganı kafama kadar çekerek tüm dertlerimden kurtulacakmışım gibi uzanmıştım.
Ömer ise sanki aramızda böyle bir muhabbet geçmemiş gibi sakince yorganı açıp, uzun boyuyla yatağa uzanmış ve ardından bana doğru dönüp anında gözlerini kapatıp uyumuştu.
Benden nefret eden, akıl sağlığı bile tam olarak yerinde olmayan adamla aynı yatağı paylaşmak beni korkutmuyordu. Çünkü bu kişi Ömer'di.
Sabah ondan önce kalkıp iş yerine gitmiştim, her zamankinden daha erken geldiğim için şaşırsalarda takmadan masaları teker teker silip, bardakları yıkayıp yerleştirmiştim.
Elimdeki yeşil bezle tezgahın üstünü silerken mutfağın kapısı açıldı, kimin olduğuna dönüp bakmadım bile.
"Bugün ayrı bir enerji var sende yaver," dedi Tunç gevşek bir konuşmayla, tezgahın yanına gelip elindeki tepsiyi bıraktı. "Bize hiçbir iş bırakmadın, keşke hep böyle olsan."
"Tunç seninle uğraşacak halim yok." dedim bıkkın bir sesle, eğer iş arkadaşım olmasaydı çoktan öldürene kadar dövmüştüm.
"Noldu sakat arkadaşın yatağına falan işedi de onu mu temizledin?" dedi gülerek, elimdeki bezi sıkı sıkı tuttum. Çenem kasılırken aniden arkamı dönüp yakınımda olan yakasını tuttum ve tezgaha yasladım öfkeyle.
"Eğer," dedim sırtını tezgaha vurup yüzünün buruşmasına sebep olurken. "Bir daha Ömer hakkında böyle laflar edersen senin belanı sikerim."
Acıyla yüzünü buruşturduğu sırada kapı açıldı.
"Noluyor lan?" Seyfi abinin sert sesi kulaklarıma doldu, gözümü Tunç'un yüzünden ayırmazken saniyeler sonra kolumdan sertçe çekildim, yakasını bırakmak zorunda kaldım.
"Noluyor Erdal?" dedi göğsümden tutup beni ondan ayırırken, diğer eliyle de zaten üzerime gelmeye bile cesareti olmayan Tunç'un göğsünden tutuyordu.
Sinirden titrerken cevap vermedim, Tunç yakasını düzeltip kaşları çatık vaziyette bana baktı.
"Sakat arkadaşının altını temizlemekten sinir seviyesi artmış bunun, Ömer'in yaveri gibi atıldı üzerime." dedi sinirle ama yine dalga geçiyordu.
Tam üzerine atılacağım sırada Seyfi abi beni engelledi, çatık kaşlarıyla beni kenara itti ve öfkeyle Tunç'a döndü.
"Sen devleti, milleti için bir bacağını sakatlamış asker hakkında nasıl böyle konuşursun lan?" dedi sesini yükseltip, Seyfi abinin Ömer sevgisini biliyordum. Kendi çocuğu gibi görürdü onu.
Tunç kendisine bağıran patronuna afallayarak baktı.
"Senin gibi şerefsizler rahat yaşasın diye Ömer gibi delikanlılar canını, gençliğini feda ediyor." dedi yeniden üzerine bir adım atıp. "Sen dalga geç diye mi o çocuk sakat kaldı?"
"Abi," diye mırıldandı Tunç "Askerimize laf etmiyorum ben zaten."
"Kes sesini Tunç, bir daha o çocuk hakkında böyle bir şey dediğini duyarsam fena ederim seni." dedi tükürür gibi, ardından önünden çekildi. "Git şimdi içeri."
Tunç birkaç saniye baktı ve ardından dışarı çıktığında kasılmış çenemle çıkana kadar onu izledim.
"Askerliğini bedelli yapmış pezevenk, gelmiş komutanla dalga geçiyor." dedi Seyfi abi arkasından sinirle. "Ne derler, Kurt kocayınca köpeğin maskarası olurmuş."
Öfke dolu bir nefes alıp elimi enseme koydum, sinirden dilimi ısırıyordum. Her şey üst üste geliyordu ve artık sinirlerim etkileniyordu.
"Sen de kafana takma," dedi Seyfi abi elini sırtıma koyup. "Arkadaşına destek olarak en iyisini yapıyorsun. Bu şerefsizin dediklerine aldırma."
Kafamı salladım sadece, Seyfi abi sırtıma yavaşça iki kere vurup ardından dışarı çıktı. O çıktığı anda elimi tezgaha vurdum.
Bir küfür mırıldanıp, bulaşıklara baktım ve siktir edip sigara çıkarıp yaktım.
Çıkış saatim gelene kadar agresif ve düşünceli bir şekilde gezindim ortalıkta. Seyfi abi kötü olduğumu anlayıp bir saat önceden izin verdiğinde ne kadar eve gitmek istemesem de yola düştüm.
Havalar soğumaya başladığı için turistler pek gezinmiyordu ortalıkta, bulunduğumuz şehrin yerlileri misafirler gittiği için rahatça dolanıyordu şimdilerde.
Evin önüne geldiğimde sıkıntılı bir nefes alıp içeri girdim, bahçeye yürüdüm. Beklediğim gibi Ömer koltuğunda oturmuş sigarasını içiyordu. Üzerinde gri bol eşofman, üstünde de beyaz bir tişört vardı. Beyaz tişörtünde ise çay lekesi olduğunu düşündüğüm küçük bir leke.
Yeşil gözleri geldiğimi fark edince bana döndü, gülümsemedim her zamankinin aksine. Dümdüz yüzüne baktım, daha sonra ise Tunç'un dedikleri aklıma geldiğinde boğazım düğümlendi.
Ömer'in bu pejmürde haline dayanmıyordu gönlüm.
Hiçbir şey söylemeden yanına gittim ve yüzüne bakmadan bacaklarının dibine çöküp, kollarımı hafifçe sardım bacağına. Kafamı yasladım sakat olan dizine.
Gözlerimi kapattım, bir dakika kadar sonra saçlarımda onun elini hissettim. Saçımı okşadı.
"Hoş geldin," Akif'in sesini duydum, oturma pozisyonumuzu garipsemiş olmalıydı. "Yemek söylüyorum."
"Yok, yemek yapacağım." dedim mayışık sesle. Ömer'in eli saçımda dolanırken gönlüm huzur bulmuştu sanki.
"Sen yemek söyle Akif." dedi Ömer yalnızca.
"Hayır hayır," dedim kafamı kaldırıp, derin bir nefes alıp yerden destek alarak ayağa kalktım. Yeşil gözler yine beni izliyordu. "Şimdi yaparım."
Ömer sesini çıkarmadı, Akif ise ikimize bakıyordu. Ne ara ağladığımı bilmiyordum ama göz pınarlarımdan düşen yaşı silip burnumu çektim ve ikisine bakmadan mutfağa ilerledim.
Akif ikilemde kaldı ama yanıma gelmek yerine Ömer'in yanına geçti.
Burnumu çekip işime devam ettim.
****
Geçiş bölümü