3 ay sonra...
İki haftadır başladığım yeni işimden çıkıp kapının önüne park ettiğim arabama ilerlerken heyecanlı hissediyordum. Ömer özel kuvvetlere katılalı bir hafta olmuştu ve şimdi onu yeniden üniformalı görmek beni mutlu ediyordu.
Eve gelirken üniformasını çıkıyordu, yanına bile almıyordu orada giyiniyordu. Oysa ki onu öyle görmeyi çok özlemiştim. Neyse ki eski kötü hali tamamen gitmişti, yeniden kendine bakıyor ve bakımlı giyiniyordu. Eski Ömer'in geri döndüğünü iliklerime kadar hissediyordum.
Arabanın kapısını açıp seri bir hareketle içeri girdim ve ardından sertçe çektim. Aynadan aşağı düşen araba süsünü fark ettiğim an yüzümü buruşturup çekip çıkardım ve fırlatır gibi yana attım. Ömer arabaya her bindiğinde nereden buluyorsa üç hilalli araba süsünü asmayı ihmal etmiyordu, inadıma yapıyordu sanki.
"Geri zekalı Bozkurt." diye mırıldandım ve arabayı çalıştırdım.
Ana caddeye geçerken radyoyu açtım, arabadaki sessizliği bozan türkü hafif hafif çalarken bir sigara yakıp sakince arabayı kullanmaya devam ettim. Şehirin dışına doğru çıkarken ikinci sigaramı yakmaya meyillenmiştim ki karargaha geldiğimi anlayınca sigarayı paketten çıkarmaktan vazgeçip radyonun sesini kıstım.
"Bu ne ıssız sapsız yer ulan." diye mırıldandım arabayı yavaşlatıp Türk bayrağının dalgalandığı giriş kapısına ilerlerken.
Nöbetçi bir asker gözlerini kitleyip bana bakarken arabayı tamamen durdurdum. Arabanın camını açıp kafa selamı verdim.
"Komutan Ömer Özçelik'i görmeye geldim," dediğim an önündeki deftere bakındı.
"Adın?" dedi hâlâ gözleri defterde gezinirken.
"Erdal Korkmaz."
Söylediğim an defterde de adımı bulmuştu, birkaç saniye bakıp ardından kafasını salladı ve engeli kaldırdı. Samimiyetsiz bir gülüşle içeri geçmemi buyur ettiğinde yeniden selam verip arabayı içeri sürdüm.
Bizim askeriyeden daha küçük ama daha bakımlı karargaha girerken etrafı incelemekten kendimi alamıyordum. Arabaların park edildiği yere ilerlerken dışarda dolanan birkaç askerin dışında kimse yoktu.
Arabayı park edip dışarı çıktım ve siyah kazağımı aşağı çekiştirip etrafa kısa bir bakış attıktan sonra binaya ilerledim. Ömer'in kendine özel odası yoktu, iki komutan beraber kalıyorlardı ve muhtemelen hiç rahat edemeyecektik. İstemsizce yüzüm asıldı, oysa dışarda öpüşmeyi çok özlemiştim.
Binadan içeri girip görevli olan askere Ömer'in nerede olduğunu sorunca talimden döndüğünü ve şimdi odasında olduğunu öğrenince birinci kattaki dördüncü odaya ilerledim. Kapının önünde sağda ve solda iki komutanın adı yazıyordu.
Ömer Özçelik ve Hakan Gürsoy.
Kapıyı tıklattım, saniyeler sonra yabancı bir ses gel diye sertçe emretti. Alt dudağımı yalayıp kapıyı açtım ve vücudumu içeri sokmadan kafamı uzattım. İki tane masa vardı, birinde orta yaşlarda karizmatik bir adam dosyalarla uğraşırken diğerinde Ömer vardı. Kafasını sandalyeye yaslamış gözlerini kapatmış dinlenir gibi bir hali vardı.
"Selamün aleyküm komutanım." dedim ne diyeceğimi bilemeyerek, Ömer benim sesimi duyduğu an gözlerini açtı. Kenarları kırmızılaşmış yeşil gözleri anında yüzümü buldu.
"Aleyküm selam delikanlı." dedi Hakan Komutan.
Ömer sandalyesini geriye itip ayağa kalktı, yüzüne hafif bir gülümseme yerleştirip yanıma gelirken ben de gülümsedim ve içeri girip kapıyı kapattım.
"Hoş geldin." dedi elini uzatıp, bir kendisine bir eline baktığım sırada hafifçe gözleriyle bizi izleyen komutanı gösterdi. Sanırım homofobiklerin diyarına giriş yapmıştım.
"Hoş bulduk canım kardeşim." dedim elini tutup, kafamı tokuşturmak için yandan alnına sürerken.
"Abartma Sarı." Ömer diğer yanıma da aynı işlemi yaparken benim duyacağım şekilde mırıldandı. İstemsizce güldüm. Geri çekildiğinde eliyle misafir koltuğunu gösterdi.
"Komutanım, Erdal. Yakın arkadaşım." dedi Ömer beni diğer masadaki komutana tanıtırken. Komutan samimiyetle kafasını salladı.
"Memnun oldum Erdal, Hakan Gürsoy bende."
"Ben de memnun oldum komutanım."
Misafir koltuğuna oturduğumda Ömer'de kendi yerine geçip oturdu, sanki gelmeden önce uyumaya meyilli adama şimdi enerji gelmişti. Yüzünü sabahtan beri görmediğim için özlemle izledim.
"İşten çıkıp mı geldin?" iki elini masanın önünde birleştirdi. "Aç mısın?"
"Yok çıkmadan önce yemiştim."
"Dur o zaman sıcak bir şeyler söyleyeyim sarı be-" dedi telefona uzanırken ama son anda kendini düzeltti. Sustu, hiçbir şey demeden telefonda bir numara tuşladı, Hakan Komutan zaten işine dönmüştü anlamamıştı bile.
Ömer bana Türk kahvesi söylerken kendisine de bir çay söyledi. Telefonu kapattıktan sonra sanki ilk defa buluşan sevgililer gibi ne konuşacağımızı bilmeden öylece bakındık.
"Eee nasıl gidiyor?" dedim konu açmak için.
"İyi, biraz zorlanıyorum sadece."
Zorlandığını biliyordum, ayağı iyileşse bile hâlâ onun için ufak sıkıntıları devam ediyordu. Buradaki eğitimler ise yeniden sakatlamaya çok müsaitti tabi ama beni dinlemiyordu. Beni dinleseydi bahçesinde çayını içip gazetesini okuyor olacaktı. Sonrasında da daha sakin bir iş bulurdu.
"Yaparsın yaparsın sen aslan." dedim onu sinir etmek için.
O sırada kapı çaldı, kimsenin gel demesine gerek kalmadan kapı açıldığında ikisinin de bakışları kapıya yöneldi.
"Atış yapmaya geliyor musunuz?" istemsizce gelen kişiyi merak edip arkamı döndüm.
Üniformalı, uzun boylu, benim yaşlarımda bir komutan kapının önünde durmuş içeri bakıyordu. Yüzünde hiçbir duygu yok gibiydi, bakışları donuktu. Üzerinde üniforma bile görmesem onun komutan olduğunu düşünürdüm.
"Geleceğiz." dedi Hakan Komutan.
O sırada kapıdaki komutan bakışlarını bana çevirdi, gözlerimiz birleştiği an irkildim. Sanki onu daha önce bir yerde görmüş gibiydim, bakışları öyle tanıdıktı ki garip garip yüzüne bakmaya başladım öylece.
Bana normal bir şekilde bakarken, bakışlarını fark edince kasları hafifçe katıldı.
"Birazdan geliriz Devran Komutanım." dedi Ömer.
Onun sesini duyduğum an kendime geldim çünkü uyarı dolu bir ses gibiydi. Kaşlarımı kaldırıp önüme döndüğümde Ömer'in yeşil gözlerini üzerimde hissediyordum.
"Tamamdır komutanım, bekliyoruz."
Devran Komutan çıkıp giderken, Ömer'e baktığımda kaşlarını çatmış beni izliyordu. Ne var anlamında kafamı salladım, cevap vermeden gözlerini çekti ve ayağa kalktı.
"Hadi Erdal, sende geçip kenarda izlersin çıkış saatinde beraber gideriz."
Ömer'in mesafeli sesiyle kalkıp onları takip ettim, atış yerine geldiğimizde o komutana bakmamaya çalışıyordum ama onu nereden tanıdığımı da çözmek istiyordum.
Ömer'in korkusundan dönüp bakamamıştım bile.