Gün geçtikçe ruhumdaki sancı daha da artıyordu.
Bu sancı, beni Ömer'e daha da bağlıyordu. Garip bir haldeydim, korktuğum insana sığınmak beni daha güvende hissettiriyordu çünkü ondan başka gidecek yerim, yurdum yoktu.
Yaşadığım yer savaş alanına dönmüş, evim yakılmış ama ben tepeden evimi yakan bu ordunun komutanına kafamı kaldırıp, merhamet etsin diye bakıyordum. O tepede, onun yanında olmak istiyordum.
Çünkü yangından kaçsam bile, onun yeşil gözlerine bakmadığım her saniye soyut bir alevin içinde cayır cayır yanacağımı biliyordum.
Komutan, tepeden ruhsuz gözleriyle çaresiz bakışlarımı izliyordu. Evimi yurdumu yakıp gitmemişti çünkü onun da benden başka gidecek bir yeri yoktu.
Rüzgar tenimi okşadı, soğuk ince görülmeyen tüylerimi ayağa kaldırıp diken diken ederken dümdüz bakışlarla mekanın önündeki kalabalığı izliyordum.
İnsanlar gülüşerek geçiyordu önümden, hepsinin ayrı bir hikayesi vardı. Hiçbirinin hikayesinin, benim hikayeme benzediğini düşünmüyordum. Sanki bir evrende, Ömer ile beraberdik ve kimse bizim yanımıza erişemiyordu.
Tepeden beni izleyen bir komutan ve yanıp küle dönmüş bir kasabanın ortasında dizlerinin üzerine çökmüş bir ben vardım.
Ateşimiz yalnızca bizi yakıyordu, yangın ikimizin arasındaydı.
Birbirimizin hayatını bu kadar alt üst etmişken, diğer yandan da ikimizden başka hayatımız yoktu.
"Erdal abi," ismim telaffuz edilince kafamı çevirip mekanın girişindeki kıza baktım, yeni garsonlardan biriydi. "Geldim abi ben, sen gidebilirsin."
Kafamı salladım, fazla beklemeden ayağa kalkıp üzerimdeki kırmızı önlüğü çıkarıp içeri götürdüm. Diğer garsonlara selam verip, dudaklarımın arasına bir sigara sıkıştırarak dışarı çıktım.
Kül olmuş evime, evimi yakan komutana gitmek için adımlarımı hızlandırdım. İnsanlar yanımdan geçip sahil kenarındaki eğlenceye güle eğlenceye giderken, yeşil gözlü ruhsuz adama gitmek için büyük adımlar atıyordum.
Eve yaklaştığımda sigaranın sonuna gelmiştim, bir duman daha çekip yere fırlattım. Tam içeri gireceğim sırada onun sesini duydum.
"Al onu yerden." arkamdan gelen sesle irkildim, kaşlarım çatık vaziyette omzumun üstünden geriye baktım. Ömer koltuk değneği ve elinde bir poşetle karşımda duruyordu.
"Ömer..." dedim, uzun süredir biz harici tek başına dışarı çıktığını görmemiştim.
Afallamamı umursamadan göz ucuyla hâlâ yanan sigarayı gösterdi, aralık dudaklarımı birbirine bastırıp kafamı salladım ve sigarayı aldım. Beni izliyordu.
"Söndür ve çöpe at." dedi sakince, emredici bir tonda.
O an aklıma, yıllar önce yaşadığımız anı geldi.
Gözlerimi gözlerimden ayırmadan, garip bir hissiyatla sigarayı avuç içine yaklaştırdım. Yeşil gözlerini avucuma çevirdi saniyelik olarak, ardından yeniden gözlerime baktı.
"Elinde değil, betonda söndür." deyip durdurdu beni.
Komutan, kendi kor aleviyle beni yakarken küçük bir ateş parçasının tenime değmesine izin vermedi.
Yutkundum, alt dudağımın içini kemirirken az önceki garip meydan okumayı kenara bırakıp dediğini yaptım ve sigarayı söndürdüm. Çöpe koyup yanına giderken dikkatle izliyordu beni.
"Markete mi gittin?" dedim tam dibinde dururken. Birkaç saniye sanki beni duymamış gibi cevap vermeden yüzümü izlemeyi tercih etti, ardından kafasını salladı. Göz ucuyla poşete baktığımda iki tane biranın olduğunu gördüm.
"İyi yapmışsın." dedim gülümseyerek.
Bakışları rahatsız ettiği için gözlerimi kaçırdım, sol koluna girdiğimde onu eve doğru yönlendirdim.
İkiletmeden biraz aksayarak yürüdü, bahçeye girdiğimizde Akif ve Saffet'in dışarıda oturduğunu gördüm. İkisi de telefonlarına gömülmüştü. Akif göz ucuyla bize baktı, Saffet gibi bakıp yeniden telefonuna dönmedi. Bakışlarını çekmedi.
"Erdal bugün erken mi çıktın bana mı öyle geldi?" dedi Saffet, o sırada Ömer salona bahçe koltuğuna ilerlediği için peşinden gittim.
"Erken geldim sayılır, garson kız erken geldi bugün." Ömer kendini atar gibi koltuğa oturup, sakat olan bacağını dümdüz uzatıp ardından koltuk değneğini kenara koydu.
"Kız diyorsun için gidiyor, yok mu hiç şöyle güzel biri? Mekanda göremedim ben hiç." dedi Saffet.
"Saffet sen niye liseli ergenler gibi davranıyorsun?" diye sorduğumda güldü.
"Biraz işten güçten uzakta, eğlenmek istiyorum." sevecek değil, eğlenecek kız arıyordu.
"Mekanda sadece evlenilecek kız var." dedim tek kaşımı kaldırıp.
"Amaaannn." dedi Saffet telefona geri dönerken.
Gülerek Akif'e döndüm, gözlerimi kapatıp açtım bir sorun yok dermiş gibi. Tamam anlamında kafasını sallayıp önüne döndü.
Ömer bir bira açıp içmeye başlamıştı, yine muhabbette soyutlanmış dümdüz önüne bakıyordu. Elimi omzuna koydum, ordan ensesine çıkarıp okşadım.
Hissettiğim yoğun duygularla eğilip boynundan öptüm, biraz uzunca durdum, o sırada Ömer bir kolunu belime koydu. Beni kendine çekti.
"Kucağıma gel." dediğinde afallar gibi oldum, ilk defa böyle bir istekte bulunmuyordu ama uzun süre sonra hem de yanımızda arkadaşları varken böyle demesi değişik gelmişti.
Bu isteği üzerine, ikisinin bize bakışlarını tahmin ediyordum. Ama umursamadım, dediğini yapıp bacaklarımı iki ayrı yanına koyup kucağına yerleştim.
"Siz içeri gidin." dedi Ömer ifadesiz sesiyle.
"Tamamdır." dedi ikisi sanki ikimizi sevişirken görmüş gibi utana sıkıla, anında ayağa kalkıp içeri geçtiler.
Utandığım için onlar gidene kadar kafamı Ömer'in boynuna gömdüm, gözlerimi kapattım.
Ömer içkisini içerken diğer yandan bir kolunu belime sarmış öylece duruyordu.
"Kokun benden uzaklaşmasın solcu." dedi garip sesiyle, burnunu boynuma sürtüp, ardından dudaklarıyla beraber bastırırken.
Derin bir nefes çekti içine.
Hiçbir şey söylemedim, bahçenin beyaz tahtalarla etrafının çevirili olduğunu bildiğimden rahattım.
Ömer, saatlerce kucağında oturttu beni. Kokumu aldıkça, kasılmış vücudunun gevşediğini hissettim.
Gözlerimi hiç açmadım, tepeden bana boş bakışlar atan komutana sıkı sıkı sarıldım. Yakılan evimin, yaşamımın hesabını sormak aklımın ucundan geçmezken, sadece onu hissederek sarıldım.