32- KIRMIŞ KALBİNİ

33.8K 3.6K 1.6K
                                    

Minibüs duraklarının önünde beklerken yanımda sakince sigarasını içen çocuğa yan bir bakış attım.

"Bakma Erdal." dedi Bekir yalandan kızarak. O böyle dediği anda kendimi tutamayıp yeni yeni bastırdığım kahkahamı tutamadım. Gülmeye başladığımda homurdandı.

"Sen salaksın Bekir." dedim durakta bekleyen insanların bakışlarını umursamadan gülmekten ağrıyan karnımı tutarken, gülerken titrediğim için elimdeki sigarayı kendimden uzak tuttum.

Sabahtan onunla buluşup, askeriyeye dönme vakti gelene kadar sadece gülüp durmuştum. İlk buluştuğumuzda soğuk, ciddi biri olacağını düşünürken aslında ne kadar öyle dursa da içinden çok eğlenceli birinin çıktığını ilk bir saatten sonra anlamıştım.

Az bir tanıdığını gördü yolda, liseden arkadaşıymış ona selam verdikten sonra arkasını dönüp 'bunu da hiç sevmezdim ha' dediğinde çocuk duymuştu. Bekir'in utançtan kulakları kızarırken kafasını omzuma gömüp hassiktir diye mırıldandığında ben çoktan gülmeye başlamıştım bile.

"Ne bileyim o kadar sesin arasında duymaz diye düşündüm." dedi sigarasını içip yere atarken, eğer komutanı Ömer gibi biriyse yakında izmaritleri yere atmaması gerektiğini öğreneceği için bir şey demedim.

"Adam daha bir adım atmamıştı amına koyayım." dediğimde omuz silkti.

"Amaan her neyse bir daha nerede göreceğim sanki?"

"Yine de komik ve utanç verici." diye kışkırttım onu.

O sırada askeriyeden geçecek olan minibüs geldiğinde belinden dürttüm,  bakışlarını minibüse çevirdi. Tam önümüzde durduğunda bana döndü.

"Sağ ol bugün geldiğin için, haftaya görüşürüz reis." dedi elini uzatıp.

"Görüşürüz inşallah, olursa evime gelirsin." elini tutup tokalaştım.

"He olur bakarız." dediğinde gülümsedi ve ardından asker selamı verdi. Sırıttım, o da gülerek arkasını döndü ve bir düzine asker olduğu belli olan çocukla beraber minibüse bindi.

O gidene kadar arkasından bakıp ardından sigaramı söndürüp çöpe attım, elimi cebime koyup bizim evin önünden geçen minibüse ilerledim.

Minibüse binip her zaman olduğu gibi ayakta dururken, yirmi dakikalık mesafeyi zor bela gidip evime yakın olan durakta indim. Zaman baya geçmişti hava kararmaya yakındı, kış aylarında daha da erken kararıyordu bu hava.

Evin bulunduğu sokağa girip yaklaştığım sırada kapının önünde duran taksiyi gördüm, kaşlarım çatılırken daha önce görmediğim bir adam ön kapıdan acıyla yüzünü buruşturmuş Ömer'i çıkarırken irkildim.

"Ömer..." diye mırıldandım korkuyla. Elimi cebimden çıkarıp koşar adım evin önüne gittim.

Ömer taksiden ve taksici olduğu belli olan adamdan destek alarak dışarı çıktığında, esmer taksici onu bırakmadan arka kapıyı açıp kol değneğini çıkardı. O sırada nefes nefese yanlarına varmıştım.

"Ömer?" dedim endişeyle yanına gidip yeşil gözleri bana döndü, yüzü acıyla kasılıyordu, anında kolunu tutup omzuma attım benden destek güç alması için. "Noldu?"

Taksici kısaca bana baktı, kol değneğini Ömer'e uzattı.

"Bir şey yok." dedi Ömer sadece. Adım atmak için bir hamle yaptı.

"Abi, yardım edeyim." dedi kolundan tutup. Ömer itiraz etmedi, kendisine yardım edilmesine bir şey demedi.

Gergin bir şekilde taksiciyle beraber arka bahçeden girdik, girişte durduğumuzda hemen yandaki cama yaslanıp kendini geri çekti. Yüzünü buruşturarak elini cebine attı ve ordan iki yüz lira çıkarıp taksiciye uzattı.

"Eyvallah." dediğinde taksici parayı aldı.

"Bekleyin üstünü getireyim." dediğinde Ömer değneği daha sıkı tutup kafasını olumsuz anlamda salladı ve arkasını döndü.

"Yok kardeş, kalsın sende."

Taksici benimle göz göze geldiğinde kafamı salladım, adam peki diyerek parayı cebine koydu ve ardından bize selam verip geçmiş olsun diyerek dışarı çıktı.

Ömer içeri girerken hızla ona yardımcı oldum, ayakkabısını çıkarırken benden güç aldı yeniden. Salona, koltuğuna götürüp bıraktığımda nefes nefese kalmıştı, sırtını geriye yasladı.

"Nerden geliyorsun sen? Niye haber vermedin? Kötü mü oldun?" diye ard arda sorular sorarken diğer yandan montunun fermuarını açıyordum. Fermuarı sonuna kadar indirdim.

"Kliniğe gittim, tedavi vardı bugün." dediğinde montunu çıkarmak üzereyken duraksadım.

"Bugün mü?" dedi afallayarak. "Bana neden söylemedin ki?"

Ömer yeşil gözlerini kısaca yüzümde gezdirdi ardından bakışlarını kaçırıp montu kendisi çıkarmak için bir hamle yaptı. "Söyledim."

"Ha? Ne zaman söyledin?"

"Neyse ne Erdal." dediğinde montunu çıkaran adama baktım, ardından aklıma geldi.  Gerçekten söylemişti.

"Ömer..." dedim aydınlanma yaşayarak. "Özür dilerim unuttum ben, normalde pazar günleri almıyorsun diye."

Ömer bir şey söylemedi, montu kenara koydu ve yeniden geriye yaslandı.

"Arasaydın, gelirdim hemen." dedim ne diyeceğimi bilemeyerek.

"Hatırlıyorsun sandım, bekledim gelmeyince taksiyi aradım."

Dudağımı ısırıp yüzüne baktım uzun uzun, ardından burnumun direği sızlarken hemen yanına oturup sıkı sıkı sardım vücudunu.

"Sevgilim, çok özür dilerim." dedim gözümü kapatıp.

"Sıkıntı değil." dedi yalnızca. Ama üzüldüğünü biliyordum işte.

Kendimi affettirmek için ne yapacağımı bilmiyordum, bir süre sarılı vaziyette kaldım ama o karşılık vermedi.

***

Teşekkür ederim bana güvenmediğiniz için.

1K'ya yakın hayır yorumu var, benim başım eğilmedi. Benim başım koptu.

Yazık.....

DEVA Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin