"Erdal, iki bira bardağı hazırlayıp en son masaya götürsene."
"Tamam abi."
Seyfi abiye bakmadan iki tane büyük bira bardağını çıkarıp tezgaha koydum. Birayı çıkarıp doldururken diğer yandan kolumdaki saate bakıyordum, geceye kalmadan eve gidecektim ve daha iki saatim vardı. Uzun zamandır sürekli izin aldığım için iyiliğini suistimal etmek istemiyordum bu yüzden Ömer'i özlemiş olmama rağmen iki saat bekleyecektim.
Evde sanki çocuğumu bırakmış gibi sürekli arayıp yemeğini yedin mi diye soruyor, Akif piçine onu dışarıda soğukta oturtma diye uyarılarda bulunuyordum. Akif geldiğinden beri kafam biraz daha rahattı, artık onun bizimle yaşamasına o kadar alıştım ki gittiğinde boşluğa düşüyordum nerdeyse.
Biraları hazırlayıp sipariş bekleyen masaya ilerledim, adamlar sohbet ederken sakince bardakları bıraktım ve afiyet olsun diyerek yeniden tezgaha yöneldim. Yeşil bezi elime alıp tezgahı silerken kapı açıldığında kafamı kaldırıp gelen müşteriye baktım.
İçeri giren uzun boylu, soğuğa rağmen yırtık kot pantolon giymiş, üzerinde siyah montlu, kulağında küpesi olan çocuğu gördüğümde tezgahı silen elim durdu, dudaklarım aralandı. Kaşlarım Melih'i görmenin siniriyle çatıldı.
Ne işi vardı bu piçin burada? Nasıl bulmuştu burayı?
Vücudumu dikleştirirken içeri bir adım atmış etrafı inceleyen çocuğun gözleri saniyeler içinde benimle buluştu. Yüzünde hiçbir şaşkınlık ibaresi bulunmazken bilerek geldiğini gözlerini ayırmadan dik dik baktığında anladım.
Elimdeki bezi sertçe bırakıp kasılan çenemle beraber bakışlarımı hiç çekmeden üzerine yürüdüm. Onu gördüğüm an parmaklarım karıncalanmıştı. Yanına geldiğimi anladığında duruşunu hiç bozmadı. Etrafa kısaca bakıp tam ayağının dibinde durdum.
"Ne işin var lan senin burda?" diye öfkeyle soludum, ona yaklaştığım an içkili mekanda çalışmama rağmen burnuma gelen buram buram içki kokusuyla sırf ondan geldiği için yüzümü buruşturdum.
"Seninle konuşmaya geldim." kelimeleri yuvalayıp konuştuğunda tamamen sarhoş olduğunu anladım. Seyfi abinin bize baktığını hissedip Melih bir daha ağzını açacağı sıradan kolundan tuttum sertçe.
"Yürü amına koduğum." diye sessizce mırıldandım kapıdan dışarı çıkarırken. O sırada omzumun üzerinden geriye dönüp patrona birazdan geliyorum diyerek onu dışarı çıkardım.
Işıklı mekandan çıktığımız anda soğuk hava sadece kazak olan bedenime akın ederken sinirden yanan vücuduma çok bir etki etmedi. Melih bir şeyler sayıklarken birkaç adım ötede durdurdum ve kenara fırlattım. Bir iki adım geriye gitti ama daha sonra kendini durdurabildi.
"Seninle konuşacak bir şeyim yok benim, elimden bir kaza çıkmadan siktir git." iki adımda yeniden üzerine yürüyüp, vurmamak için kendimi zor tutuyordum.
"Senin yok," dedi çatık kaşlarıyla, o da bir adım atıp tamamen yaklaştı. Parmağını omzuma koyup itti. "Benim var."
Sarhoşluk kokan kelimeleri beni çileden çıkarırken kendimi dizginlemeye çalıştım. Gözlerimi kapatıp alnımı ovarken sakinleşmek için uğraşıyordum.
"Ne yaparsan yap, Ömer'i çok seviyorum." dediğinde elim eylemini durdurdu, gözlerimi öfkeyle açıp karşımdaki çocuğa diktim bakışlarımı. "Hem de senin onu sevdiğinden daha çok."
Yüzüne birkaç saniye bakıp elimi alnımdan gülerek çektim, tamamıyla sinir krizine yakın olan evredeki o gülüşümdü.
"Melih..." dedim karnım kasılırken.