İki gece önce onun adımı acıyla inlemeleri yüzünden sabah ayakta duracak gücü kendimde bulamamıştım neredeyse.
İşe yine gitmemiştim, şu sıralar turistler azaldığı için mekan kalabalık olmuyordu bu yüzden gitmemem çok göze batmıyordu ama artık umrumda değildi, o işten çıkar yenisini bulurdum. Şimdi tek düşündüğüm Ömer'di.
Sabah erkenden Akif yine onu tedaviye götürmüştü, bu sefer diğerlerinin aksine o acıya alışmış bir şekilde geldiği için biraz daha iyi görünüyordu. Yani kötünün iyisi.
Sürekli aynı tedaviden gitmeyeceklerini ve daha ağrılarının da geleceğini biliyordum. Bunu düşünmemeye çalışıyordum.
İçeride ikimize kahve yaptıktan sonra tepsiye koymaktan vazgeçip fincanları elime aldım ve salonda oturan adamın yanına ilerledim. Adım attıkça canı yandığı için eskisine göre daha az hareket ediyordu şimdilik.
"Şekersiz yaptım." dedim, elimdeki kahveyi ona uzattım. İlk önce gözlerimin içine bakıp ardından fincana uzandı.
"Aferin." dedi sadece, fincanı alıp dizine koydu.
Hemen yanına oturdum, o yine dümdüz bir ifadeyle karşısındaki televizyona bakıyordu. Yine haberler açıktı.
"Neden her gün aynı haber kanalını izliyorsun?" diye sordum, sakin çıkıyordu sesim ama merak ediyordum.
"Şehit haberlerine bakıyorum." diye cevapladı sadece.
'Ömer şehit oldu' deyişi yankılandı kulağımda, belki de kendi haberini arıyordu kanallarda.
Bu düşünce tüylerimi ürpertti, saçmalıyordum.
"Çok ağrın var mı?" diye sordum konuyu değişip, kafasını olumsuz anlamda sallayıp kahvesinden bir yudum aldı.
"Yok, merak etme bugün rahat yatacaksın." dedi fincanı yeniden dizine bırakıp.
Böyle demesinin sebebini sormak istedim ama içimden bir ses alacağın cevap seni yaralayacak diyordu. O yaraya merhem olamıyor, düşünerek daha da kanatıyordum ve ölümcül bir hale getiriyordum. Bu yüzden sustum, sormadım.
"Tedavin ne kadar sürecek tam olarak?" diye sordum onu biraz daha konuşturmak için. Sesini özlemiştim.
"Sekiz ay." cevabını bildiğim soru yeniden yaraladı beni, sekiz ay boyunca bu acıyı çekecekti.
"İnşallah Allah senin acını bana verir." diye mırıldandım onun duymayacağı bir şekilde.
Aniden kafasını çevirip bana baktığında duyduğunu anladım, yeşil gözleri yüzümü turladı. Birkaç saniye, sadece birkaç saniye içinde eski Ömer'in bakışlarını yakaladım gözlerinde. Nefretle değil, sevdiğinin canının yanmasını isteyen Ömer gibi.
Ardından bir şey demeden önüne döndü, ne düşündü etti bilmiyorum ama yüzü yeniden eski ifadesini aldı.
Saniyelerce onu izledim, kapı kilidinden ses geldiğinde dikkatim dağıldı. Akif gelmiş olmalıydı, Erzincanlıyı havaalanından almaya gitmişti.
"Sakin ol ülkücü, sakin." Erzincanlının alay dolu sesini duyduğumda ayağa kalktım, özlemiştim onu.
"Tövbe estağfurullah..." dedi Akif, görüş alanıma girdiklerinde onlara baktım.
Akif üzerinde siyah gömlek, siyah pantolon varken elindeki anahtarı sallayarak, kaşlarını çatarak kafası eğik bir şekilde sinirle salona ilerledi. Erzincanlı ise elindeki spor çantasıyla dudaklarındaki alaycı gülümsemeyle ona bakıyordu. Üzerinde siyah tişört, altında mavi kot pantolonu vardı.
Akif yanımdan sinirle geçip, Ömer'in yanına oturduğunda kaşlarım çatıldı. "Noldu ulan?"
Erzincanlı kapıyı kapatıp elindeki çantayı kenara koydu ve yanıma geldi. "Bir şey olmadı, gelirken acıktım Sivas köfte satan bir yere götür beni dedim sinirlendi."
Erzincanlı onların bu olayını duyduktan sonra ikisine de sinirliydi, daha sonra ise dalga geçmeye başlamıştı. Sivaslıya reisler de sever şarkısını gönderip dururken, Akif'e ilk defa böyle bir gaf yapıyordu. Ve oldukça eğlenmiş görünüyordu.
"Salak..." diye mırıldandığımda gülerek yanıma geldi ve kollarını açıp bana sarıldı.
"Ben de seni özledim sarı komutan." dediğinde gözlerimi kapatıp sarılışına karışıklık verdim.
"Hoş geldin." diye mırıldandım parfüm kokusu genzime dolarken.
"Hoş buldum."
Kollarımızı ayırdık, geriye dönüp baktığımda Akif bomboş bir suratla bizi izleyen Ömer'e yaklaşmış, koluna girmişti. Şu üç gündür Ömer'e olan sevgisi artmış, hatta bir kere yanağından sıkıca öpmüştü çocuk sever gibi.
Ömer koluna girmiş oğlana aldırmadan yeşil gözleriyle bizi süzerken, Erzincanlı onun yanına gitti. Yüzündeki ciddi ama samimi bir gülümsemeyle elini uzattı tokalaşmak için.
Normalde olsa elini öpen askerleri şimdi tokalaşıyordu, buna üzülmemek için 'arkadaş oldular, ondan' diye kendi kendime telkinde bulundum.
"Hoş geldin," dedi Ömer elini uzatıp tokatlaşırken ama Akif'in tuttuğu kolunu uzattığı için daha tutalı iki saniye bile olmadan sinirli ülkücü tarafından geri çekildi. Ömer yanındaki adama hiç aldırmadı. "Nasılsın?"
Erzincanlı Akif'e gülerken yeşil gözlere döndü. "İyiyim, sen nasılsın?"
"İyiyim." Ömer onların arasındaki gerilimi umursamıyor gibi görünüyordu.
Erzincanlı geçip karşı koltuğa oturdu, ben de onun yanına geçtim. Yeşil gözler beni izledi, zaten benden başkasını görmüyordu gözleri.
"Ömer, yürüyelim mi biraz?" dedi Akif kendisinde sırıtarak bakan adama göz ucuyla bile bakmamayı tercih etti. Ömer yeşil gözlerini benden zorlukla çekip önüne döndü.
"Yorgunum." dedi sadece.
"Doktor ne dedi? Biraz yürümesi lazım. Kalk hadi koca kurt." dedi aniden ayağa kalkıp.
"Ben giderim onunla." dedim aniden, Akif bana döndü.
"Yok, sen otur." dedi, yeniden Ömer'e dönüp ikna etmeye çalıştı.
"Salak..." diye mırıldandı Erzincanlı gülerek.
Onların atışmasına bakarken telefonum titreyince açıp mesajı baktım. İsimsiz bir numaraydı, kaşlarım çatıldı. Mesajı okudum.
Erdal, ben Melih.
Mesajıma geri dön.Ömer'i görmek istiyorum, lütfen.
Onun adını okuduğumda vücudum kasıldı, nereden bulmuştu bu siktiğimin iti numaramı nerden bulmuştu? Öfkeyle anında engelledim.
Ömer ikna olmuş ayağa kalkarken onların evden çıkışını izledim.
Erzincanlı bir şeyler söylüyordu ama gergin olduğum için dinleyemedim bile.