Karanlık sokaklarda bir süre dolandıktan sonra belki de son kez evin yoluna girdim. Adımlarım geri geri gitse de kaçmanın bir çözüm olmadığını biliyordum.
Anahtarımı çıkarıp kapıyı açtım, içerinin daimi güzel kokusu burnuma doldu. Kapıyı kapatıp içeri geçerken tavandaki delinmiş yeri, yere düşmüş olan tozları görmezden gelip geçip oturdum koltuğa.
Portmantoda asılı duran monttan onun evde olduğunu anlamıştım, yukarıdan su sesleri geliyordu. Muhtemelen duş alıyordu, yerimden hiç kıpırdamadan onu bekledim. Gözlerimi bile baktığım duvardan ayırmadım.
Yaklaşık yirmi dakika sonunda su sesleri kesildi, on dakika sonra ise Ömer beyaz gömlek, siyah pantolon ve nemli kısa saçlarıyla aşağı indi. Yeni tıraş olmuştu, cildi parlıyordu. Yeşil gözleri kıpkırmızı duruyordu.
Gözlerimiz buluştu, bakışlarını çeker diye düşünmüştüm ama gözlerini ayırmadan merdivenden aşağı indi. Yanıma gelirken, cebinden sigara paketini çıkardı ve hemen karşımdaki koltuğa oturdu. Sigarayı dudaklarının arasına alıp paketi kenara bıraktı, sigarasını yaktı. Her hareketini sakince izledim.
Derin bir nefes çekti içine, sehpanın üzerindeki küllüğü kendine çekti. Nasıl bir duygu içindeydi bilmiyordum, sakin duruyordu.
"Başka bir şehire gitmek için komutanlarla konuştum, bir iki hafta içerisinde neresi gelirse oraya giderim."
Konuşmaya başladığında kitlenip onu dinledim, söyledikleri ise nefesimi kesmişti. İkimiz de aynı şeyleri düşünüyorduk ve anlamış gibi aklımdan geçen şeyleri dile getirmişti. Onun ağzından duymak gerçekleri yüzüme yüzüme vurdu.
Sanki benim aklımdan böyle bir şey geçmiyormuş gibi ona kırıldım.
"Tamam." diyebildim sadece. En doğrusunun bu olduğunu biliyordum.
Yeşil gözleri yüzümü turladı, direkt kabul etmem onu kırmış gibiydi. Ama o da bunun en doğrusu olduğunu biliyordu.
"Bu ev senin adına, dilediğince oturabilirsin. İstediğin kadar, istersen de satıp başka yere gidersin." ev, mal mülk umrumda bile değildi.
"İstemiyorum."
"Tamam, satarsın evi. Yarın satılık ilanı veririm."
Cevap vermedim, kafamı salladım.
Sigarasını içmeye devam ederken yüzünü izlemeye daldım, son kez izlediğimin bilincinde.
"Ben şimdi gideceğim, pansiyonda yer ayırdım. Yarın sen işteyken eşyalarımı toplamaya gelirim." dediğinde kafamı salladım yeniden, gözlerim dolu dolu olurken kafamı eğip parmaklarımla oynamaya başladım.
Dakikalarca sessizce oturduk, sigarasını söndürdü. Bir diğerini yaktı.
"Ayrılık konuşması yapmama gerek var mı?" diye sordu bu sefer, güldüm.
"Yok, benim de yapmama gerek yok."
"Evet." dedi, bakışlarını üzerimde hissediyordum.
"Üzülme." dediğinde aldırmadım. "Senin için daha iyi olacak."
"Beni düşünmediğini biliyorum, kendini düşünüyorsun."
Bu sefer o güldü, sinirli bir gülümsemeydi.
"Pekâlâ."
Ayağa kalktı, gideceğini düşünüp endişeyle kafamı kaldırdım. Küllüğü sehpadan alıp mutfağa götürdü, hemen gitmiyordu. Derin bir nefes çektim içime.
Mutfağa gitti, birkaç dakika sonra içeriden elinde bir birayla çıktı. Yavaş adımlarla boydan boya pencerenin önüne ilerledi, dışarıyı izlemeye durdu.
"Gittiğin yerleri bana haber ver." dedi keskin bir dille.
"Söylemem." dediğimde sırtı gerildi.
"İyi olduğunu bileyim yeter."
"Merak etme, kendimi öldürmem için elime silah tutuşturan kimse olmayacak hayatımda iyi olacağım."
Bu söylediklerim bomba gibi düşmüştü salonun ortasına, hiçbir şey demeden biradan büyük bir yudum aldı. Yarım duran bira şişesini kenara koyup elinin tersiyle ağzını sildi ve yeniden koltukların olduğu yere yürüdü.
"Yarın uğrarım." dedi telefonu ve sigarasını cebine koyup. Arkasını döndü dış kapıya ilerledi.
"Sabah erkenden çıkarım." dediğimde duraksadı, adımları yavaşladı.
"Sabah erkenden gelirim."
"Gelme Ömer." diye patladım en sonunda.
Kapının önünde durdu birkaç saniye, sırtı gerildi. O an anlamıştı gerçekten bir daha birbirimizi görmeyeceğimizi. Hiç hareket etmeyeceğini düşünürken kapıyı açtı.
"Allah'a emanet ol, yolun açık olsun." dedi kapıdan çıkıp gitmeden önce.
Kapıyı kapattı, içerisi sessizleşti.
"Sen de Allah'a emanet ol." diye fısıldadım kendi kendime.