Küçükken "Kendi içine yürümek ve saatler boyu kimse ile karşılaşmamak." gibi bir cümle okuduğumu hatırlıyorum. O zamanlar hiçbir anlam yükleyememiştim cümleye. Bir süre sessizce oturmuş ve cümleye bakmıştım. Oysa o kadar kolay bir cümleydi ki. O gün o kitapta cümlenin altını çizip yanına anlamadığıma dair küçük bir not aldım. O günden sonra her kitap okuduğumda cümlelerin altını çizer oldum. Her yere küçük notlar yazıyordum, yetmediği yerlerde yapışkanlı kağıtlar kullanarak devam ettiriyordum cümlelerimi.
Kitaplar daha büyük bir anlam kazanmaya başladıkça daha da bağlandım okumaya. Her cümle üzerinde saatlerce düşünerek kendi cümlelerimi kurmaya başladım. Bazen yazarla farklı düşüncelere sahip oluyorduk ya, en sevdiğim kısımlar da onlar oluyordu. Kitap yanımda açık dururken parşömen kağıdımı ve kalemimi alıp yazmaya başlıyordum.
Kimsenin okumayacağını bile bile binlerce kelime ile kendimi açıklamaya çalışıyordum. Kendimi açıklayamayınca kitabı bıraktığım bile oluyordu çoğu zaman. Ben kendimi açıklamayınca kitabın beni anlamayacağını düşünerek neresinde olursam olayım bırakıyordum. O zamanlardan kalan bir alışkanlık benimkisi. Kendimi açıklamak için fazla çaba sarf ediyordum, karşımdaki anlamadıkça sessizleşiyordum.
Haklı olduğundan olmadı hiçbir zaman sessizliğim. Kitapların çoğu anladı beni. Onlar bana görüşlerini anlattı ve bende onlara. Ben onları dinledim ve onlar da beni. Birbirimizi anlayarak geldik bugünlere kadar. Bazen ben onları haklı buldum, bazen onlar beni. Biz birbirimize anlayış gösterdikçe bağlandık aslında.
Kitapların bana davranışı benim insanlara davranışımı değiştirdi.
Yaptığım şeylerin nedenini sürekli açıkladım. Babamlar beni dinledi ve anladı, Lily ve Harry beni dinledi ve anladı.
Amcam dinledi ama anlamak istemedi. Kırgınlığımı dinledi ve öğrendi ancak anlamadı. Anlasa yakın davranarak tekrar aynı samimiyeti yakalamaya çalışmazdı. O beni anlamadı, bende onu anlamadım. İkimiz de biliyorduk. O zorundaydı ve şu anda bana ihtiyacı vardı, Ben kırgındım ve artık ona ihtiyacım yoktu. O anlamadı, bende beni anlamayan birini anlamaya çalışmadım.
Annem ne dinledi, ne bildi ve de anladı. En çokta ona kırgınım. Amcama olan kırgınlığım onun yanında bir hiç kadar küçük aslında. Ben daha kendimi anlatamayacak kadar küçükken öldürmeye kalktı beni. Anlamayı bırakın dinlemek dahi istemedi. Bunları yapmadı, bir de üstüne yapan kişilerin yanından aldı beni.
Draco ise ikisinin arasında bir yerde kayboldu. Beni dinledi ve anladı. Regulus'un aksine o anladı ve bende onu anlamaya çalıştım.
Şimdi odamdaki kitaplıktan kitaplarımı karıştırıp notları okuyabiliyorsa, tamamen anlayıştan geçiyordu her şey.
Öğle saatlerinde Blaise sayesinde evden çıkıp gelmişti yanıma. Akşama doğru Blaise tekrar dönüp Draco ile beraber dönecekti eve.
Notlardan birini okurken güldü. "Kafanın içinden neler geçtiğini asla anlayamayacağım Meissa, küçücük cümleden bir paragraf çıkaracak kadar yoğun bir zihnin var."
"Bunu sevdiğini sanıyordum."
"Sevmek? Bayılıyorum. Birkaç kitabı alabilir miyim? Okuyup getiririm."
"Kendi notlarını başka renk bir kalem ile al üstüne... veya bir parşömene." Kitaplardan birkaçını seçerken duraksayıp bana döndü.
"Bilmiyorum sadece seninkiler dursa daha iyi sanki." Kitaplardan çoğu fazla hasar almıştı, bazılarının sayfaları sararmaya başlamış, bazıları tamamen sarıydı. Aldığım tüm notları sayfaların arasına sakladığım için her yerinden kağıtlar çıkıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Duygular ve Hogwarts
Fanfiction🤞 Umut dalını kesen baltanın sapı da ben olmuştum. Suç bizimdi ancak kuşlar da saftı, hangi kuş kanatları yerine dala güvenirdi? . 1- #Çapulcular 3- #Wolfstar