24. Bölüm

394 61 14
                                    

Bazen düşündüğünüz şeyler aslında düşündüğünüz gibi değildir. Düşündüğünüz şeylerin zıttının çıkması ara sıra üzücüdür, ara sıra da sevindirici. Ben benimkine sevinmeli miyim bilmiyorum, galiba sevinmem gerek. Sonuçta dedem düşündüğüm gibi biri değilmiş, bizi bırakmamış, bize sahip çıkmış ve en önemlisi babam onu affetmiş. Bu demektir ki bende onu affetmeliyim, değil mi?

Hem beni seviyormuş ki. Sevmiş beni, korumuş, kollamış, sıkıca sarmış kollarını ve babamla beraber bütün kötülüklerden korumaya çalışmış. O yüzden onu affetmem gerekli.

"Kızım." diyor titreyen sesiyle dedem. Bayılmadan önce dediğim o kadar şeyin üstüne ayıldığında dediğim şeyin şokundan biraz geç sıyrılıyor dedem ama sıyrıldığı gibi yanıma gelerek kollarını belime doluyor, sıkıca sarılıyor ve titreyerek ağlarken omzunu başıma yaslıyor. Gözyaşları omzumu ıslatırken bende kollarımı dedemin yaşlı bedenine doluyorum, anlımı omzuna yaslayarak içli içli ağlıyorum.

Beraber ağlıyoruz, dakikalarca, durmadan. Ağlama krizi gibi, sanki birbirimizin ağlamasını duyduğumuzda daha da şiddetleniyor hıçkırıklarımız, gözyaşlarımız. Ve ben sanki uzun süredir ağlamıyormuşum gibi ağlıyorum. Her saniye bir öncekinden daha içli, daha derin.

Ama artık gözyaşlarım hiçbir zaman bitmeyecekmiş gibi geliyor bana. Çünkü sürekli ama sürekli ağlamama rağmen her seferinde daha da artıyorlar. Bu 'Sen daha çok ağlayacaksın, bunlar daha hiçbir şey.' demek mi? Eğer öyleyse, ki inşallah değildir, hemen şuan ağlamam gereken kadar ağlayayım da bitsin bu eziyet, bu çile.

Artık yoruldum çünkü. Her gün bir öncekinden daha çok ağlamaktan ve ağlamaktan başka hiçbir şey yapamamaktan yoruldum. Allah'ım, lütfen bitsin bu acım. Daha ne kadar dayanabilirim bilmiyorum, bu acı artık çekilmez geliyor bana ve merak ediyorum, mutluluk çalacak mı bir gün kapımı? Peki çaldığında, çalarsa, ben duyacak mıyım? Ya salak gibi duymazsam ve elimin tersiyle itersem onu, o zaman ne yaparım? Kendimi acıya mahkum etmekten başka ne yaparım?

Yada her şey bittiğinde, bu acılar bittiğinde, ben gittiğimde, Arden'i ve Duru'yu bırakma zamanım geldiğinde ne olacak? Onlarsız yaşayabilecek miyim? Ardensiz devam edebilecek miyim hayatımı? Ona bu kadar alışmışken, onsuzluğa alışabilecek miyim? Biliyorum, onsuzluk bana acı verecek, hem de çok büyük bir acı ama onun yanında olmak ve aslında yanında olduğum kadar uzağında olmakta acıtıyor canımı. Elimi uzatsam dokunabilirim ama asla yetişmez elim ona.

Garip değil mi? İstesem dokunabilirim ona ama dokunamıyorum işte. Olmuyor, korkuyorum. Dokunursam kaybederim.

"Evren, canım torunum. Seni çok özledim." diyerek ayrılıyor dedem benden ve elini yanağıma koyuyor. O baş parmağıyla yanağımı okşarken bende elimi uzatarak, yaşına rağmen tam olarak buruşmayan, yüzüne dokunup göz yaşlarını siliyorum. "Affet beni dede. Sana az önce çok kötü davrandım ama hiçbir şey bilmiyorum. Ne yapmam gerekiyor en ufak bir fikrim dahi yok.

Bir an annemi çok üzdüğün için sinirliydim sana ama haklıymışsın, sen bizim yanımızdaymışsın ve babam seni affetmiş. O seni affetmişken banma affetmemek düşmez. Hem herkes ikinci bir şansı hak eder değil mi dede?" diyorum usul usul.

Gülümsüyor bana. "Hak eder kızım, hak eder."

Birbirimize gülümseyerek bakıyoruz ve dedem yerden kalkarak oturduğu koltuğa dönüyor. Tam oturduğu sırada evin kapısı açılıyor, içeriye neşeli sesiyle Duru giriyor. "Ben geldim millet." Salona girer girmez son hızla konuşmaya başladığı için dedemi fark etmiyor. "Ay Evren, benimde gelmem gerekliydi. Seni arkadaşlarımla tanıştırmayı çok isterdim. Seni çok merak ediyorlar ve tanışmak için can atıyorlar."

ÇığlıklarHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin