34. Bölüm

246 40 2
                                    

Birçok duyguyu aynı anda yaşıyorum. Derin hüzün, büyük şok ve çok fazla sinir. Ne yapacağımı bilmiyorum, birinin canını yakmak, acımı, üzüntümü, sinirimi çıkartmak istiyorum lakin sinirimi çıkartabileceğim hiçbir şey yok. Bir stres topu bile yeter ama bu hastane odasında sinirimi çıkartabileceğim tek şey Arden fakat o da uyuyor. Neden mi? Dayak yemiş.

Evet, dayak yemiş. İçmiş, içmiş, bir haltlar yapmış ve sonunda biri ıssız bir sokakta yediği dayağın etkisi ile bayılmış halde bulmuş, hastaneye getirmişler. Ardından Duru bana haber verdi, beraber hastaneye gittik. Şimdi ise Duru aşağıya kahve almaya gitti, bende burada Arden'in uyanmasını bekliyorum.

O uyanınca ne yapacağımı bilmiyorum. Bir postada ben mi dövsem yoksa yediği dayaktan sağ kurtulduğu için sarılıp omzunda ağlasam mı? Bence dayak en mantıklısı aklı başına gelir diyeceğim ama zaten bir kere dayak yedi, herhalde azda olsa akıllanmıştır ama omzuna sarılıp ağlamam da. Sürünsün gerizekalı. Kaç saat oldu, kaç saat! Kaç saattir Duru ile omuz omuza verdik ağlıyoruz. Onu son gördüğümde de ağlatmıştı beni.

Ya dedim ki 'Bir süre görmeyeyim, belki unuturum. Azıcık sinirim falan geçsin, az bir rahatlayayım ondan sonra gelir kendini affettirir.' Ama yok, olmaz. Beyefendi geliyor, iki hafta sonra, daha hiçbir şey düzelmeden tekrar yakıyor canımı.

"Al hayatım kahveni." Duru'nun uzattığı kahveyi alarak dudaklarıma götürüyorum. Ayağımdaki babetleri çıkartarak bağdaş kuruyorum ve kahvemden bir yudum daha alıyorum.

"Uyandığında onu öldüreceğim." Duru kaşlarını kaldırarak bakıyor bana. "Sen iyi misin? Şuan üzgün olman gerekliydi."

"İyiyim, iyiyim. Ayrıca üzgünüm ama çokta sinirliyim ve sinirim baskın geliyor. Birde Ateş'in dediğine göre geçmişime yaklaştıkça eski karakterimden bir şeyler daha katıyormuşum kendime."

"Mesela?"

"Imm, mesela canım ne kadar acırsa acısın güçlü dururmuşum, güçlü gözükür, güçlü davranırmışım. İçimde fırtınalar kopsa bile kimseye fark ettirmezmişim."

"Aynı şimdi olduğu gibi." diye mırıldanıyor ve bende fark etmeden onu onaylıyorum.

"Ateş demişken ne yaptınız iki haftada?"

"İki günde bir buluştuk, vakit geçirip geçmişimi keşfettik. Eski benden bahsettik, ben bazı şeyler hatırladım falan filan. Onun haricinde kalan zamanda Arden'i düşünüp acı çekmekle geçti, biliyorsun."

"Biliyorum." diye mırıldandığı andan arka fondan bir ses daha yükseliyor. "Ateş itinden bahsetmeyin benim yanımda." Kafamı Duru'dan Arden'e çevirdiğimde sertçe bakıyorum ona. Tanrım, hasta yatağından bile laf ediyor.

"Evren," hasta yatağından masum bir şekilde bana seslendiğinde sinirim birkaç saniyeliğine geçiyor gibi oluyor fakat neden burada olduğumuzu hatırlayarak tekrar sinirleniyorum. "Burada ne işin var? Burada ne işimiz var. Ah, hatırladım."

"Hatırlamış olman ne kadar güzel." Ellerimi göğüs hizamda birleştirerek yerimden kalkıyorum ve yatağına yaklaşıyorum.

"Arden sen kafayı mı yedin? İçip içip kendini dövdürmek de ne demek?" Gözlerini ellerinde birleştirerek söyleyecek bir şeyler arıyor. Sessizlik içinde geçen birkaç dakikanın ardından cevabını bulmuşçasına gözleri parlıyor.

"Yaptığımın cezasını çekmek istedim."

Sinirle soluyorum. "Cezanı çekmek istedin öyle mi? Neyin cezasını çekecektin peki?"

"Canını yaktım, Evren."

"Ve sende dayak yiyerek kendini cezalandırmayı düşündün." Suçlu bir çocuk edasıyla kafasını sallıyor ve parmaklarıyla oynuyor.

ÇığlıklarHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin