BÖLÜM 14: KAYIPLAR VE GÖZYAŞLARI

97 7 0
                                    

Bir lunaparktayım. Karşımda devasa bir dönme dolap, onun yanında da renkli ışıklarla bezenmiş bir atlı karınca... Ama hava neden bu kadar kasvetli? Genelde lunaparka güneşli günlerde gelinmez miydi? Televizyonlarda hep öyle olurdu çünkü. Güneş bütün parlaklığı ve sıcaklığıyla tam tepede durur, insanların tenlerini ısıtırdı. Etrafta bir sürü aile dolaşır, küçük çocuklarına pamuk şeker alırlardı. İnsanlar oyuncaklara binebilmek için sıraya girerlerdi. Bazen de ortalıkta gezen palyaçolar çocukların yüzlerine şekiller çizerlerdi.

Ama benim şu an tam ortasında bulunduğum bu lunaparkta ne çocuklar vardı ne de pamuk şeker satan amcalar. Gri bulutlar gökyüzünü kaplamıştı ve sert bir rüzgâr esiyordu. İnsanlar olmadan bir lunapark bile hüzünlü görünebiliyordu demek ki. Ya da burayı hüzünlü yapan benim varlığımdı.

Neden burada olduğumu bilmiyordum. Gözlerim merakla etrafta dolaştı. Bütün lunapark bomboştu. Arkamda uzun beyaz paltoların içinde bir grup insan duruyordu ama onların lunaparka gelmediklerini düşünüyordum. Çünkü kalın zincirlerle kilitlenmiş demir kapının önünde öylece bekliyorlardı. Eğer lunaparka geldiyseniz oyuncaklara binmeliydiniz. Onlar yüzlerinde stabil bir ifadeyle tam karşılarına bakıyorlardı.

Ve onların tam karşılarında da ben duruyordum. Yanımda üç kişinin daha varlığını hissedebiliyordum fakat gözlerimi oraya çevirdiğim anda görüntü bulanıklaşıyordu. Gözlerimi ovuşturmayı denedim. Bir etkisi olmadı. Yaklaşırsam daha iyi görürdüm belki.

Bir adımımı sağıma doğru attığım sırada bileğime bir el sarıldı. "Madem geldik. Keyfini çıkaralım." dedi tanıdık bir ses. Tenlerimiz temas ettiği anda yüzü netleşti ve açık kahverengi gözlerini görebildim. İçimdeki sıkıntı biraz olsun azaldı.

"Ilgaz haklı. Doğu, hadi ilk buna binelim." Başka birinin sesini daha duyduğumda gözlerimi Ilgaz'dan çektim. Uraz da buradaydı. En son gördüğümden daha zayıftı ve yüzünde koyu gri benekler dolaşıyordu. Fark ettiğim bu sıra dışı şey yüzünden biraz afalladım. Yanında birisi daha vardı. Galiba bizim gibi onlar da birbirlerini iyileştirmişlerdi ve temas ettiklerinde gri ışıltılar oluşuyordu.

Uraz yanındaki çocuğun koluna dokunuyor ve onu ilerletmeye çalışıyordu. Çocuk bizden biraz daha küçüktü sanki. Ama çok da fark edilmiyordu. Yüzü çocuksuydu sadece. Ne demişti adına? Doğu...

"Hadi." Ilgaz da beni kolumdan çekiştirdi ve Urazları takip ettik. "Önce buna binelim." dedi adının Doğu olduğunu öğrendiğim oğlan. Az önce biraz çekingen davransa da şu an oldukça mutlu ve heyecanlı gözüküyordu. Hep beraber dediğini yapmak için devasa dönme dolaba ilerledik. Makineyi çalıştırmak için yapılan kabinde bir adamın oturduğunu fark ettim. Kafasındaki siyah şapkanın kasketi yüzünü görmemi engelliyordu. Sanırım bizden ve arkadaki garip insanlardan başka bir de bu adam vardı koca lunaparkta.

Yavaşça süzülerek gelen kabinlerden birine Uraz ve Doğu otururken hemen arkalarındakine de Ilgaz ve ben oturmuştuk. Her hareketim oldukça robotikti. Çok fazla renk yoktu etrafta. Detaylar oldukça silikti. Mesela Ilgaz'ın üzerindeki tişörtün ne renk olduğunu çözememiştim ama Doğu masmavi bir tişört giymişti. Sadece onun kıyafetlerini net olarak görebiliyordum.

Bulunduğumuz kabin yükseldikçe görebildiğim alan da giderek arttı. İlerideki yüksek dağları ve hatta kocaman denizi bile görebiliyordum. Kulaklarımı Doğu ve Uraz'ın kahkahaları doldurdu. "Çok güzel." diye bağırdı Doğu. Bulunduğum kabinin cam kısmından onları görebilmek adına yukarıya doğru baktım. Doğu'nun cam gibi yemyeşil gözleri beni buldu ve anında kocaman bir gülümseme aldım ondan. Ellerini heyecanla salladı bize doğru. Uraz onu azarladı. "Sallama kabini düşeceksin."

Uraz'ın biraz korktuğunu fark ettim. Demirler paslandığından yükseldikçe tiz sesler çıkarıyorlardı ve bunun biraz ürkütücü olduğunu kabul ediyordum. Ilgaz öylece etrafını izliyordu. O an biraz durgun olduğunu fark ettim ama sesimi çıkarmadım. Çünkü dikkatim başka bir şeye kaymıştı.

Siyah Ay ve Beyaz Bulutlar (TAMAMLANDI)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin