~
"Hiçbir zaman doğru insan çıkmaz karşına. Ya zaman yanlıştır ya da insan."
'Fyodor Mihailoviç Dostoyevski'
~
Kan kırmızısı sarayın önünde yavaşça adımlıyorduk. Dük Kai ve Düşes Gabrielle önden giderken. Prenses Keitha ve şövalye Hadrian onların arkasından ben ise en arkada gidiyordum.
Haşmetli saraya girerken içerideki o konuşma sesleri çok iyi bir şekilde işitiliyordu. İçeri girer girmez gözüme çarpan şey ise herkesin ya kırmızı ya da siyah giyinmiş olmasıydı.
Bu tesadüf müydü? Yoksa başka bir konsept miydi? Yavaş yavaş ortalara geldiğimizde herkesin bakışları bize kaymıştı.
Ya da bana.
Göz ucuyla önümdeki Keitha'ya baktım. Bana yanına gelmesi için işaret yapıyordu. Hızlı bir şekilde kenara bir yere çekilen Keitha'ın yanına gittim.
" Sana söylemeyi unuttum Andrea. Buranın insanları, insanları rahatsız edecek şekilde bakmayı çok severler. Sen onlara aldanmadan istediğini yapabilirsin." Dedi bana gülümseyerek. Bende yüzüme bir gülümseme takındım. Gerçekten rahatsız edici şekilde gözlerini dikiyorlardı.
" Biriyle sohbet etmek zorunda değilsin. Sadece soran olursa benim misafirim olduğunu söyle ve gülümse. Emin ol bir şey olmayacaktır." Dedi ve ona ikram olarak gelen içeceği alıp gülümseyerek teşekkür etti. Aynı içeçek banada uzatılınca hafif gülümseyerek elimi uzattım ve uzatan kişiye baktım. Elim bardağı alıp geri çekerken duraksama yaşadım.
Sarı parlak gözler.
Ben öylece dururken Keitha'nın bana seslenmesiyle ona döndüm. " Rahatına bak. Benim gidip birileriyle sohbet etmek gerek. Malûm zorunlu prenses görevleri." Dedi ve aynı gülümseme ile yanımdan geçip gitti. Ben arkasından bakarken bir duvar kenarına sinerek içeceğimi yudumlayıp etrafı incelemeye başladım.
İçeceğin değişik bir tadı vardı.
Neyliydi acaba?
Kendi kendime düşünürken bir anda konuşma sesleri kesildi, etraf sessizliğe gömüldü. Kafamı kaldırıp ne olduğuna baktığımda büyük merdivenlerden siyahlara bürünmüş, hafif yapılı birinin indiğini ve herkesin ona baktığını gördüm.
Son basamağı da atıp yavaşça herkesin görebileceği bir yere gelince gür sesi duyuldu. " Buraya benim için geldiğinizden dolayı teşekkür ediyor ve iyi eğlenceler diliyorum." Dedi ve o da bir içecek aldı. Bakışlarımı bir süre üzerinde gezdirdim.
Demek bu Veliaht prens Aaron Vitorja'ydı. Bakışlarımı ondan çekmeden önce yüzüne çıktı bakışlarım. Gözlerinin ne renk olduğunu uzaktan seçemiyordum.
Bakışlarımı yere indirdim. Belkide ormandaki o oğlan bana yalan söylemişti. Tırnaklarımın kaşındığını hissediyordum. Eğer öyleyse onu bulup öldürmekten beter ederdim.
İçeceğimin dibindekini de içip boş bardağı önümdeki küçük masaya bıraktım. Kızı kötü birine bıraktığımı düşündükçe sinirleniyordum. Kendimi sakinleştirmem gerekti. O sırada yanımda bir hareketlik hissettim. Göz ucuyla yanıma baktığımda kaşlarım havalandı. Bu kızıl dalgalı ve uzun saçlar. Tatlı ama ağır çiçek kokusu.
Bu kardeşim Vanessa'ydı.
Ellerini göğsünde birleştirmiş keskin kehribar rengi gözleri ile davet salonunu inceliyordu. Şöyle bir baktığımda kardeşimle hiç benzer yerlerimiz yoktu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KARANLIĞIN RUHU
Viễn tưởngBazı gerçekler vardır, insanın canını yakacak. Bazı gerçekler vardır, insanın kurtuluşu olacak. Bu iki gerçekleri tatmak ise bir hayata bedeldir. Ben bunları bile bile bir hayatı feda etmeyi seçmiş, geleceğimi sonsuza kadar karanlığa boğmuştum. Kara...