~
"Anlamıyorum. İnsanlar toprağın üzerinde yatmayı garip buluyorlar. Oysaki insanların ait olduğu yer topraktır. Yaşarken de ölüyken de."
~
Soğuk rüzgar saçlarımı uçuştururken o özlediğim toprak kokusunu içime çektim. Gözlerimi yeşil koyu ağaçlarda gezdirdim. Ezbere bildiğim ağaçlar gelişimi kutlarmış gibi yapraklarını uçuşturuyordu. Dudaklarımın kenarı kıvrıldı.
Evime geri dönmüştüm.
Gözlerimi kapatıp huzurlu bir şekilde etrafı dinlemeye başladım. "Ah! Bu da ne!?" Kaşlarımı sinirle çatıp yanımda yere eğilmiş bir şeyi inceleyen Lucas'a kısık gözlerle baktım. Evet, o da benimle birlikte gelmişti.
"Lucas, ne yapıyorsun orada." Lucas sanki elmas bulmuş gibi parlak gözlerle bana döndü. "Bunun ne olduğunu biliyor musun sen?" Bildiği şeyi benim bilip bilmediğimi öğrenmek için sormuş gibiydi. Tek kaşımı kaldırıp yanına gittim. Baktığı şeyi gördüğümde kaşlarımı çattım. Kırmızı renkteki bu bitki örümcek gibi bacakları varmış gibi gözüküyordu. Kafamı aşağı yukarı sallayıp dudaklarımı araladım.
"Bu Lycoris Radiata değil mi?" Lucas kafasını hızla aşığı yukarı sallayıp beni onayladı. "Evet o, bunun burada yetişmiş olması bir mucize olmalı." Kafamı iki yana sallayıp doğruldum. Lycoris Radiata bitkisinin bir sürü adı vardı. Kırmızı örümcek zambağı, cehennem çiçeği diye anılan bu bitki zehirli olduğu bilinmekte ancak bu bitki genelde sonbahar mevsiminde nemli yerlerde yetişir. Buralarda nadiren yetişen bir bitki olmasını bir kenara bırakalım şuan da havalar oldukça sıcak ve sonbaharda da değildik. İşte bu fazlasıyla ilginçti.
"Kalk hadi biraz ileride bir nehir var oraya gidelim." Lucas hayretle açılmış yüzüyle bana döndü. "Bu bitkiyi burada bırakamam."
"Ne?"
Şaşkınca sorduğum soru ile elini bitkiye götürmüştü ki omuzlarından tutup geri çektim. Lucas sertçe yere düştüğünde ona bağırdım. "Delirdin mi sen! Bitkinin ismini bilip zehirli olduğunu bilmediğini söyleme?" Lucas elini kalçasında götürdüğünde somurtup ayağa kalktı.
"Tabiki de biliyordum! Dokunmak için değil büyüyle koparmak için elimi yaklaştırmıştım!" Sinirle söyledikleri ile yaramaz bir çocuk gibi gülümseyip arkamı döndüm. "O zaman bir dahakine beni uyar!" Onu beklemeden yürümeye başladım.
Cidden neden onu da buraya getirdim?
"Hey! Beni bekle." Onu umursamayıp yürümeye devam ettim. Dün Keitha'yla birbirimize yaptığımız itiraftan sonra Keitha şoka girmişti. Bende bundan faydalanıp kasaba meydanına geri dönmüş idamı kendi gözlerimle izlemiştim.
Edward ölmüştü. Asıl suçlu ölmüştü. İdamdan sonrada kimse bizi görmeden Lucas'ı da yanıma alıp Vitorja krallığından bir daha girmemek üzere çıkmıştık. Arkamda öğrendiği gerçekle benden nefret edecek birini bırakmış olsam da her türlü oradan çıkıp tekrar buraya dönecektim.
Sadece biraz hızlı veda etmiştim.
Lucas'la ormanın girişinde bir gece geçirmiş sabah olduğunda da yola çıkmıştık. Bu süre içerisinde de Lucas sayesinde yaralarım bir günde iyileşmişti. Şimdi de buradaydık. Senelerimi geçirdiğim ormanda.
Adımlarım ağaçların azaldığı yerde durdu. İşte o insanı büyüleyecek derecede güzel olan nehre gelmiştik. Lucas ağzı iki karış açık bir şekilde beni dürttü. "Bu...Bu ölüm nehri değil mi!?"
"Evet." Düz yüz ifadesiyle cevap verdiğimde Lucas yavaş adımlarla nehre yaklaştı. Ölüm nehri bu ormanın adından almıştı. Cehennem Vadisi, Cehennem Ormanı. Bu iki isimlerden türüyerek Ölüm Nehri almıştı bu güzelim nehir. Her geldiğimde nehre üzülürdüm. Sırf bir isim yüzünden bu nehir lekelenmiş gibiydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KARANLIĞIN RUHU
FantasyBazı gerçekler vardır, insanın canını yakacak. Bazı gerçekler vardır, insanın kurtuluşu olacak. Bu iki gerçekleri tatmak ise bir hayata bedeldir. Ben bunları bile bile bir hayatı feda etmeyi seçmiş, geleceğimi sonsuza kadar karanlığa boğmuştum. Kara...