3. Bölüm

287 24 5
                                    

"Sanford Wells!"

"Benim efendim."

"Getir o koca kıçını buraya, şu verdiğim elbiseleri duştan sonra giy."

İçinden,"lanet olasıca, benim koca bir kıçım yok," dese de, bu iri kıyım gardiyana daha içeri adımını atarken kafa tutmanın bir anlamı olmadığını fark ederek sustu ve, "peki efendim,"dedi.

Hâlâ içinde küçük Kevin'a beyzbol öğretmeye çalışırken ki sabrını taşıdığına inanıyordu. Küçük Kevin, anlamadığı ve koşmak istemediği her defasında, kendisini yere atıyor ve bir türlü oynamak istemiyordu. Sanford, geç anlamıştı küçük Kevin'ının taşıdığı illeti. Aynı sabrı, neden en iyidostlarından birisi olan Harrison'ın karşısında sergileyemediğini hiç düşünmemişti.

Dangalak Lucas'dan saklanırken suyun altında titreyen vücudu hatırlatmıştı bu sahneyi ona. Zaten her şey o hapishanede başlamamış mıydı hayatında?

Bit salgınını engellemek istercesine, saçları özensizce ve acımadan kazınmış, çırılçıplak bedeni buz gibi tazyikli bir suyun altına sokularak, Kolombiya Nehri'nin kıyısına kurulu, Inverness hapishanesinin misafirperverliğini iliklerine kadar hissetmesini sağlamışlardı. Dış dünyanın bütün etkilerini, pastan rengi görünmez olmuş mazgallara akıtan Sanford, kendisine verilen turuncu elbiseleri, çelik bakışlı bir gardiyanın bakışları altında sessizce giymeyi tercih etmişti. Hapishane koridorlarında sadece gardiyanın ayak seslerinin yankıları eşliğinde yürürlerken Sanford, elindeki fileyi inceliyordu. İçinde birkaç havlu ve yedek çamaşır olduğunu görmüştü. Başka da bir şey yoktu. Geçtikleri koridorda, kimseciklerin olmaması Sanford'u sevindiriyor ve sakin bir hapishane olacağını düşündürerek huzur duymasını sağlıyordu. Ara geçiş kapılarında rastladıkları gardiyanlardan başka kimseyi görmemişlerdi. Duvarlar, renk olarak kasvetli olsa da bir hapishane görünümüne başkaldırırcasına, gayet temizdi. Hapishane koridorlarını bölen ara geçişleri sağlayan demir parmaklıklı kapılarda yan yana gelen iki gardiyan, kısa bir sohbet sergiliyordu ama yürüyen buzdolabı görünümündeki iki adamın bu kısacık sohbeti, Sanford'da en ufak bir merak kırıntısı uyandırmıyordu. O hâlâ, girdiği soğuk oto yıkama hassasiyetindeki duşun etkisinden kurtulamamış ve kurulanması için bir havlu kullanmasına izin verilmeden giymek zorunda bırakıldığı turuncu tulumlardan dolayı kendisini ıslak bir portakal gibi hissetmekle meşguldü.

Ne kadar yürüdüklerinin farkında değildi. Birden ensesinde, gardiyanın tekila kokan nefesinin sıcaklığını hissetti.

"Eğer bir şey lazım olursa, Carlos'a söyle."

Sanford,bu kiraz ağacı kütüğüne benzeyen gardiyanın ne demek istediğini o an anlamasa da, daha sonra bu tekila kokan cümlenin ne kadar işe yaradığına kendisi de şaşıracaktı. Carlos denilen kişinin, Meksikalı olduğunu koğuşa girerken anlamıştı. Tipik bir Meksikalı görünümündeki adam, sırıtarak bakmış ve kendisinin yeni bir müşteri olduğunu Sanford'un anlamasını sağlamıştı. Carlos, elindeki elektrikli copu kemerinde uygun bir yere sokarken bir yandan da Sanford'un küçük bir gözetleme penceresi olduğunu keşfettiği metal kapıyı açmakla meşguldü. Carlos, tam kilidi çevirecekken içerden gelen can acıtan bir feryat iki gardiyanın da duraklamasına neden olmuştu. O an, gözetleme penceresinden bakmadığını hatırlayan Carlos, aceleyle sürgülü pencereyi çekmiş ve içeride, kanlar içinde yatan mahkûmu fark etmişti. Gardiyanın daha önce bu tür olaylara deneyimli olduğunu belli eden soğukkanlı kapıyı açışı Sanford'u dehşete düşürmüştü. İsmini bilmediği ve yakasındaki isimliği okumaya tenezzül etmediği gardiyansa, çoktan elini telsizine atmış ve yardım çağrısı yollamıştı bile.

Yerde, kanlar içinde yatan kişinin daha 20'li yaşlarda olduğunu hayretle görmüştü. Gardiyan, önüne gelene bağırıyor, yerde yatan gence müdahale etmek yerine tükürükler saçarak küfürler ediyordu. Etrafında dizili duran on kadar adama kısaca bakınca içlerinde Carlos'un hemşehrileri olduğunu fark etmekte gecikmedi. Kalbin yarattığı sistolik basınçla, her atımında, gencin karınaltı bölgesine yakın yerden kan bir yer altı kaynağından kaynıyormuşcasına akmaya devam ediyordu. Sanford, olaya dâhil olma zamanının geldiğini düşünerek hızla elindeki filenin ağzını açtı. Bilinci kapanmak üzere olan gencin yarasına temiz havluyu bastırırken, gözleri bilinçsizce koğuşu taradı ve iki kişinin kendisine nefretle baktığını fark etmekte gecikmedi.

"Hey, adım Sanford, beni duyuyor musun? Benimle kal. Yardım geliyor. Benimle kal."

Ama, genç yaralıdan inlemenin dışında başkaca bir ses duyulmuyordu. Gardiyan küfür etmeyi bırakmış ve Sanford'un yanına çömelmişti.

"Yardım geliyor mu?"

Carlos, hiçbir şeyden haberi yokmuş gibi koğuşun kapısında dikilen diğer gardiyana bakmıştı sadece. Diğer gardiyan cevap vermek yerine, sadece gözkapaklarıyla onaylayan bir cevap vermişti.

"Adı ne, adını söyleyin?"

Kimseden cevap gelmiyordu. Sanford, kendisine nefretle bakan iki Meksikalı mahkûmun koğuşta ne kadar etkili olduğunu anlayacak kadar soru sormuştu bile. Diğerlerinin neden cevap vermediğini düşünmeye gerek bile yoktu. Bir eliyle yaranın üzerine bastırdığı havluyu kaldırmadan, diğer eliyle de gencin başını dik tutmaya çalışıyordu.

"Adı Jason," diye ihtiyar bir ses duyuldu. Sanford, sesin sahibini bulmak için sesin geldiği yöne baksa da, buz gibi bakışlardan başka bir şey bulamadı.

"Haydi Jason, benimle kal Jason. Yaşayacaksın, benimle kal. Nerde kaldı bu lanet yardım!!?"


Carlos, Sanford'un haykırarak çıkan sesinden irkilerek ayağa fırlamış ve belindeki telsize tekrar çağrı yapmıştı. 

OrganizeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin