23. Bölüm

100 17 0
                                    

Eve ulaştığında hava aydınlanmak üzereydi. Yolda bütün dikkatini aracın aynalarına vermiş, takip eden olup olmadığı hakkında paranoyakça duygular yaşamıştı. Sessizce evinin kapısının kilitlerini, bir hırsız edasıyla çevirerek açtı. Koltuk altı kılıfından çıkardığı silahını, anahtarını ve telefonunu kapının girişindeki küçük sehpaya bırakırken, sızlayan başı için mutlaka bir ilaç alması gerektiğini mırıldandı. Kapının üç kilidini de içerideki mekanizmadan tekrar, yavaşça çevirerek kilitledi. Üzerine emniyet kancasını kapamayı da ihmal etmemişti. Sabahın kör saatinde, apartmanı ayağa kaldırmak istemiyordu. Hoş o ne kadar yavaş hareket ederse etsin, karşı dairede oturan yaşlı dul Macario kesin şu an anahtar deliğinden kendisini gözlüyor ve kendi kendine yorumlar yapıyordu. Hepsinin canı cehenneme, diye düşündü. Kimse onun neler yaşadığını bilemezdi, hem de hiç kimse. Kanepeye uzanmadan önce bir duş alması gerektiğini düşünerek, aceleyle ecza dolabından aldığı bir geraljin tableti koca bir bardak suyla midesine yuvarladı. Aç karnına içtiği ilacın yapacağı etkiyi bilse de çektiği baş ağrısı dayanılmaz bir vaziyet almak üzere olduğu için midesini pek de umursamamıştı.

Şimdi sıcak bir yağmurun altındaydı. Tenine dokunan ve teninin altına girmesini umduğu sıcak damlalar, içtiği geraljinin etkisiyle birlikte vücudunu rahatlatmıştı. Her damla, uykusuz bedenine sihir etkisi yapıyor ve kendisini ince dokunuşlarla masaj yapan bir masörün parmakları altında hissetmesine yol açıyordu. Vücut kremini bolca sürdüğü süngerle vücudunu ovalarken, ellerinin kenarlarındaki yanıklar gözüne takılmıştı. Üzerinden 20 yıldan fazla zaman geçtiği hâlde, hatıraları dünkü gibi tazeydi ve psikologları bile unuttuğuna dair kandırmayı başarmıştı.

Duşun kapısını açınca buhar, açık bıraktığı banyo kapısından evin odalarına doğru hücum etmişti. Yayılan yoğun buhardan buğulanan aynayı, saçını kuruladığı havluyla hafifçe silerek yüzüne krem sürmeyi ihmâl etmedi. Burnunun iki yanındaki çilleri kremle ovarken, artık çillerin bile pörsüyerek yolun yarısına yaklaştığı sinyallerini acımasızca hissettirdiğini fark etti. İki yandan kafasını saran küt saçlarında beyaz aradı gözleri ama şükür daha saçında beyaz yoktu. "Korkma kızım, sende hâlâ iş var," diyerek sırıtmıştı. Bornozunu sıkıca sararak, banyodan çıktı. Evin hafif serin olduğunu banyodan sonra daha çok hissetmişti. Andrea'nın odasına bir göz gezdirmeden önce mutfağa giderek kombinin kırmızı düğmesine parmağını hafifçe basılı tuttu. Kremli olan parmakları düğmeden kayınca, lanet okuyarak bir daha bastı. Makine homurdanarak, çalışmaya başladığını haber vermişti.

Andrea'nın odasının kapısını aralayarak, boş yatağına, oradan bakışlarını hemen yanı başındaki komodine kaydırarak başucunda duran resmine baktı. Babasının kucağında şaşkın gözlerle bakmıştı objektife. "Özledim seni bebeğim," diye mırıldandı. Odanın kapısını tekrar kapatarak yatak odasına doğru yürüdü. Televizyonu açacak ve kanepeye uzanacaktı. Yatak odasından aldığı ince pikeyle birlikte kanepeye uzanırken fark etmişti telefonunda yanıp sönen ve mesaj bırakıldığını bildiren ışığın. Tam uzanacakken, geri kalkmış ve telefona yönelmişti. Mesaj olduğunu belirten düğmeye basarken, evin girişindeki sehpaya koyduğu telefonuna yürüdü. "2 dinlenmemiş mesajınız var," diyen kadının sesini duyduğunda cep telefonunun şarjının bitmiş olduğunu fark etti. Sabit telefonunun neredeyse unutmuş olduğu telesekreter modülünden odaya yayılan sese kulak verdi.

"Meg, ben Carol. Lütfen eve ulaştığında beni ara."

Kısa bir bip sesi duyuldu ve "2. mesajınız," diyen kadının sesi tekrar yankılandı sabahın sessizliğinde.

"Meg, yine ben. Eve ulaşamadın mı?"

Meraklanmıştı. Philip ona adli tıptan gelen bilgiyi iletmişti. Ama eksik olan şeyler vardı. Kan tahlili gibi, midesinden alınan yiyecek buluntuları gibi. Onunla ilgili olduğunu düşündürmüştü Carol'un çağrısı. Ama sabahın ilk ışıklarında arayacak kadar önemli miydi? Tek çarenin aramak olduğunu düşünürken, bir yandan da şarjı biten telefonunu onu engellemeye çalışan bornozunun kuşağına rağmen prize takmaya çalışıyordu. Şarj kablosunun uzun olmamasından dolayı yere çömelerek telefonun ilk elektrik kıvılcımlarını alarak kendine gelmesini bekledi.

Telefonun kendine gelmesinin uzun süreceğini anlayarak bornozunu toplayarak yere bağdaş kurdu. Parkenin soğuk yüzeyinin, bornozu ne kadar engellese de kaba etlerinde hissettirdiği serinlik içini ürpertmişti. Birazdan kalorifer peteklerinden yayılacak sıcaklığı düşünerek rahatladı.

"Carol."

"Meg, sonunda! Buraya gelmen lazım, yeni bilgilere ulaştım."

"Telefonda anlatamaz mısın Carol, daha uyumadım."

"Tamam, uyanır uyanmaz burada ol o zaman. O yeni gelen amirine hava basmak istiyorsan tabi."

Meg, fazlaca da umurunda olduğunu düşünmesine rağmen, tamam, demişti. "İlk iş orada olacağım. Sen de merkezi arama o zaman, beni bekle."

"Fazla oyalayamam Meg, arar ve raporu isterse yalan söyleyemem."

"Tamam, merak etme, erken gelmeye çalışırım."

"Hadi, uyu o zaman. İyi sabahlar sana."

"Sana da canım."

OrganizeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin