24. Bölüm

220 15 1
                                    

Megan, adli tıp kurumunun dönen kapısından içeri girerken saat 11'e yaklaşmıştı. Kuru soğuğun ve rüzgârın kırıştırdığı yapraklar neredeyse tüm Oregon sokaklarını kaplamıştı. Silahını bırakması gerektiğini söyleyen güvenlik görevlisine, gülümseyerek silahını teslim ederken, çantasının x-ray cihazından çıkması için beklemeye başladı. Kısa süre sonra çantası x-ray cihazının dönen silindirleri üzerinden çıkarken, cihazın başında oturan görevlinin gözlerini kısarak ekrana yaklaştığını fark etti. Silahından çıkardığı şarjörü tutan ellerini belinin arka tarafında birleştirmiş bir hâlde, hafif kafasını eğerek ekrana, adamın neye baktığını anlamaya çalışırcasına bakmıştı. Görevli küçük bir tüpe benzeyen metalik şişeye bakıyordu. Hiç düşünmeden çantasını cihazın çıkışından aldı ve içini açarak, ekranda görünen şüpheli cismi çıkardı.

"Tarçın yağı, merak etmeyin. Carol'un yanına giderken lazım oluyor da."

Adam şaşkın bakışlarla, kadının ne demek istediğini anlamaya çalışırken Meg, metal şişenin kapağını çoktan açmış ve ucundaki plastik beyaz bilyeyi eliyle çevirerek adama uzatmıştı. Adamın eline sürerken acımsı tarçın kokusu çoktan yayılmaya başlamıştı bile. İç gıcıklayıcı, keskin karamelle karışık mint bir kokusu vardı. Meg kokuyu içine çekerken insana kafa bulduracak kadar keskin olduğunu düşünmüştü. Adam gülümseyerek baktı, "buyurun dedektif geçebilirsiniz."

Giydiği montun kürklü yakasını biraz daha boynuna yaklaştırdı. Bu binanın koridorları yazın ne kadar hoş olsa da, kışın dayanılmayacak kadar soğuktu. Merdivenleri inerken, ne olur ne olmaz diyerek henüz çantasına koymadığı tarçın yağı şişesinin bilyesini yanından geçenlere aldırmadan üst dudağına sürmüştü. Kadınların bu yağı dudaklarını dolgun göstermek için kullandığını anımsayarak gülümsedi. Onun böyle şeylere ihtiyacı yoktu. Doğal güzelliğine güvenen kadınlardan birisiydi o. Carol'la tanıştıktan sonra onun tavsiyesi üzerine uzak doğunun baharat çeşitlerinden elinden zengince bulunduran bir Türk satıcının dükkanından almıştı bunu.

Onun tarçın yağını dudağının üstüne sürmesinin tek amacı vardı. "Otopsi Odası" O odaya girdiği zaman, yediği ne var ne yoksa çıkartmaktan korktuğu içindi. Hoş sabah kahvaltı yapmadan sadece sert bir kahve içerek çıkmıştı evden. Midesinde ortaya veya lavaboya boşaltacağı bir bulamaç olmadığı için kısmen rahattı. Otopsi odasının kapalı kapısına gelince duraksadı. İçerisinin, az önce ürpererek geçtiği koridorlardan kat be kat soğuk olduğunu biliyordu. Gemi kamaralarında bulunan lombozu andıran yuvarlak pencereden içeriye göz gezdirdi. Cesedin sere serpe uzandığı sedyenin yanındaki terazi gözüne çarptı ilk. Carol az ötedeki bir kolçaklı koltuğa yığılmış elindeki dosyayı incelemekle meşguldü. Yardımcısı Sabrina, (Meg onun hep Çinli olduğunu düşünürdü) cesedin etrafına saçılmış malzemeleri toplamakla meşgul görünüyordu. Kendini her türlü olasılığa hazırlayarak basınçla kapandığı, açılışının sertliğinden belli olan kapıyı itekledi. Kapıdaki hareketliliği fark eden Carol, gözlüklerini çıkararak hemen ayağa kalkmıştı. Meg'in korktuğu başına gelmişti. Tarçın yağının uyuşturduğu, karıncalanan üst dudağından yükselen tarçının hoş kokusuna rağmen, sanki Carol'un ayağa kalkmasıyla birlikte görüntüsü de adı gibi hoş olmayan odanın, içine yerleşmiş gibi duran çürümüşlük kokusu Meg'in koku alıcılarına hücum etmişti. Az önce midesi boş olduğu için özgüveni tavanda olan Meg, içtiği sert kahve için çoktan pişmanlık duymaya başlamıştı bile. Carol, yanına gelmeden önce mendil kutusu gibi duran bir kutudan bir şey alarak yanına geldi. Meg, Carol'un elinde sallanan ağızlık maskeyi tek kelime etmeden ağzına takmıştı bile.

"Hoş geldin fıstık."

Meg'in ona gülümsemeden önce aklından geçirdiği tek şey bu kadının ağzında maskesi olmadan nasıl bu kokuya dayanabildiğiydi. Sabrina'da gülümseyerek dişlerini gösterince, konuşması gerektiğini anladı.

OrganizeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin