1.9

4.7K 161 31
                                        

19 Aralık |09.09 Cumartesi.

Son bir buçuk saatir, hiçbir şey düşünmemeye özen göstererek öylece yağan kar tanelerini seyrediyordum.
Bütün dikkatimi kar tanelerine vermiş ve çocukluğumdan beri her kar yağışında, amcamın; "hiçbir kar tanesi birbirine benzemez, tıpkı hiçbir insanın birbirine benzemediği gibi..." diye başlayıp, derin bir iç geçirerek bitirdiği cümlesini düşünüyor ve bu cümleye inaden birbirine benzeyen o kar tanelerini aramaya devam ediyordum.
Bana inanılmaz geliyordu, bilimin bile kanıtlamış olduğu şu kar tanesi olayı benim zihnimin sınırlarını bir hayli zorluyor ve birbirine benzeyen o iki kar tanesini bulmaya ant içmiş bir biçimde hırsla onları arıyordum bunca kalabalığın içerisinde.
Tıpkı kendi benliğimi aradığım gibi, imkansız ama hoş.

Son zamanlarda yaşadığım akıl almaz olaylar neticesinde, bayağı bir içime kapanmıştım.
Kendimi ilk kez bu kadar yorgun, ilk kez bu kadar mecalsiz hissediyordum.
Eğer her şey doğruysa, - ki son saniyeye kadar bir yerden kamera çıkmasını bekleyip, bütün bunların şaka olmasını umut etmeye devam edecektim - tüm bunların tek sorumlusu bendim. Çünkü elli üç günde, hangi ahmak hiç tanımadığı birine bu denli güvenebilir, kendinden çok sevebilirdi?
Bu öyküde, benim yaptığım en büyük hatalardan biri buydu.

Sırf beni seviyor, yıllardır beklediğim ilgiyi gösteriyor diye ona her şeyden daha fazla değer verip olabildiğince sıkı bağlarla bağlandım ve en önemlisi de; ona kendimden bile çok güvendim. Onu kendim veya çevrem gibi sandım çünkü o öyle iyi, öyle gerçekti ki...
Kimin aklına on iki kişinin ölümüne sebep olan, psikopat bir seri katil olduğu gelirdi ki?

Derin bir nefes aldığım sırada, huzursuca yerimde oynayıp guruldayan midemi duymazlıktan gelmiştim.
İştahım yoktu ama acıkmıştım, nasıl bir dengesizlik durumuydu bu?
"Dengemi bozduğun için, teşekkür ederim bilinmeyen!" diye fısıldadığım sırada öfke ve yaşadığım derin bir nefret ile hızla ayağı kalkmıştım.
O sırada yatağımdan gelen boğuk bir ses tonu, kafamı o yöne doğru çevirmeme neden oldu, "Bilinmeyen kim ablacığım?" diye soran ve aynı zamanda gözlerini ovalayan Gonca büyük bir merak ile beni izlerken, yavaşça yatağından doğrulmuştu.
"Hiç ablacığım!" diye mırıldandığımda, keyifli görünmeye özen göstererek ona doğru ilerledim.

"İyi uyudun mu bakalım?"

"Evet, senin yanındayken çok mutluyum! Korkunç rüyalar görmüyorum çünkü..."

"Biliyor musun, ben de senin yanındayken hiç korkunç rüyalar görmüyorum!"

"Gerçekten mi?"

"Evet."

"O zaman artık hep senin yanında yatacağım."

Kurduğu cümle fındık burnuna tatlı bir buse kondurmama neden olurken, ikimiz de birbirimize kıkırdayarak bakıyorduk.
Gonca, benim bu hayatta başıma gelmiş olan en güzel şeylerden bir tanesiydi.
O, benim ruhumun iskeletiydi. Onun sayesinde ayakta kalmaya özen gösteriyordu bedenim.

"Bugün hep beraber çiftliğe gidip kartopu savaşı yapalım mı? Sonra marshmallow kızartıp, şarkılar ve prenses hikayeleri anlatırız birbirimize. Ne dersin?"

"Çok güzel olur, hemen gidip babama söyleyeceğim!"

Cevap vermemi dahi beklemeden, büyük bir hınçla odadan ayrıldığında öylece bakıyordum arkasından.
Babam ile yüz göz olasım yoktu, onu görmek dahi istemiyordum ve yaşadığım bu akıl almaz duygunun önüne bir türlü geçemiyordum.

Derin bir hayal kırıklığı yaşıyordum ona karşı ve yaşadığım bunca acının tek sorumlusunun o olması, gerçekten de çökertiyordu beni.
Sağ gözümden aşağı doğru akan ve akmamasına özen gösterdiğim sıcak bir damla yaş, çenemin altına doğru süzülürken yüzümü buruşturmuştum.
Ağlamanın, ağıtlar yakmanın hiç vakti değildi. Vakit, intikam vaktiydi. Vakit, bizim için kazılan kuyulara onları hapsetme vaktiydi...

KATAKULLİ / +18Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin