2.1

4.7K 165 109
                                        

19 Aralık | 22.24 Cumartesi.

"Gazel, iznin olursa konuşmamızı benim istediğim bir şekilde devam ettirmek istiyorum." diye lakayt bir tavırla konuşan Oflaz, beni oturduğum koltukta iki büklüm etmişti. Aklından ne geçiyor veya bana ne tür bir işkence uygulamak istiyor bilmiyordum ve düşünmek dahi bana feci bir acı armağan ediyordu.

Yavaşça öne doğru atılıp, üst üste atmış olduğum bacaklarım eşliğinde kollarımı göğsümde bağlayarak, "Nasıl bir şekilde mesela?" diye sorduğumda, sağ elimi yumruk yapmış ve tırnaklarımın derimi deşmesine izin vermiştim. Böyle yapmak; akmak için direnen gözyaşlarımın, beni bir zavallı olarak göstermek isteyen hücrelerime karşı edinmiş olduğu yeni bir savaş yöntemiydi. Kısaca değinecek olursam, tırnaklarım derimi deşerken o an bütün odağım oraya kayıyor ve içerisinde bulunduğum bu korkunç durumu, kısa bir süreliğine hafızamdan silip atıyordum.

Bakışlarım bana sinir bozucu bir gülümseme eşliğinde bakan Oflaz'a kaydığında, sertçe yutkunmuştum çünkü ne zaman gidip getirdiğini bilmediğim ve sıkı sıkı tutmuş olduğu siyah paltosu elinde, kapının önünde dikiliyordu. Bir an için ondan aşırı derecede korktuğumu duyumsamış ve saç tellerime kadar ürpermiştim, çünkü Oflaz; tımarhaneden kaçan bir akıl hastasını andırıyordu yüz ifadesi ve gülümseyişi ile birlikte. Sanki uzun zaman sonra ilk defa şimdi, şu an gerçekleri görmeme izin verilmişti. Haftalardır, büyük bir sinsilikle gözlerimin önüne serilen o kara perdenin vermiş olduğu mutluluk, şu saniye içerisinde beni canevimden bıçaklamıştı. Oflaz akıl hastalarına benzemiyordu; Oflaz, tam anlamıyla bir akıl hastasıydı.

Gözlerim, haftalar sonra bütün sersemliğinden sıyrılmış ve beni hiç olmadığım kadar dinç hissettirmişti. Yaşadığım hayal kırıklığının, izahı nasıl edilir bilmiyordum ama bildiğim tek şey; ruhumun adeta falakaya yatırılmışçasına acıdığıydı.
"Günlerdir, nasıl bir sabırsızlıkla bu anı beklediğimi hayal dahi edemezsin. Sonunda, bir can daha alabilecek olmanın mutluluğunu yaşıyorum!" deyip adi bir sevinçle parlayan gözlerini gözlerime diken Oflaz, bir hayli kendinden geçmiş görünüyordu. Onu ağzım açık ve kışın dalında kalan, o son yaprak gibi titreye titreye izliyordum.

Ruhum her ne kadar güçlü olmam gerektiğini, onun karşısında bir zavallı gibi görünmemem için gerekli olan bütün baskı ve şiddeti uygulasa bile, bir türlü güçlü kalamıyordum. Korkuyordum ve hiç korkmadığım kadar korktuğumu hissediyordum. Nefesimin soluk borumdan kısık kısık çıktığı saniyelerde, Oflaz yeniden deliler gibi kahkaha tufanına tutulmuştu. Bu durum ben de aşağılık bir tiksinti yaratırken, gözlerimi devirerek büyük bir dikkatle ona bakındım. Onu ve gevşeyen yüz hatlarını incelemeye devam ederken, "Ah! çiçeğim; merak etme, o güzel kalbinden pompalanan sıcak kanını asla yerde bırakmayacağım. Hem belki, su niyetine bile içerim belli olmaz yani..." demiş ve göz kırpmıştı.

"Aşağılık, senin acilen tımarhaneye kapatılman lazım!"

"Senin de acilen ölmen lazım! "

"Beni öldüremeyeceksin Oflaz, çünkü sana rağmen yaşayacağım. Fakat sen; ellerinde on iki kişinin ruhu ile birlikte tımarhaneye kapatılacaksın ve ben büyük bir zevkle o ruhların sana musallat olmasını, içinde bir yerlerde kaybettiğin o vicdanının cayır cayır yanmasını izleyeceğim."

Konuşmamı, dişlerimi sıka sıka devam ettiriyordum. Ara sıra gözlerimi sıkıyor, ara sıra iliklerime kadar gerim gerim geriliyordum. Zor geliyordu, daha bir saat öncesine kadar yalandan dahi olsa elini tutup, kokusunu içime çektiğim adamın, bir anda böyle korkunç bir canavara dönüşmüş olması...
Sahi, o hep canavardı değil mi? Nefes alış verişlerim, kalp atışlarıma oranla gittikçe artıyordu. Oflaz'ın bu hastalıklı bakışları, ne zaman bedenime ve gözlerime değse kirlendiğimi duyumsayıp kendimden tiksiniyordum. Sanırım o kara perdenin, gözlerimin önünden kalkmış olması bu sıralar başıma gelmiş olan en iyi şeylerden bir tanesiydi...

KATAKULLİ / +18Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin