🔮Yaşadığımız uzun ya da kısa ömür boyunca, hatırlanmaya değer onlarca iyi kötü anı biriktiririz.
Umutsuzluğa düştüğümüzde mutlu olduğumuz birkaç anıyla avunuruz. Mutlu olduğumuzda geçmişin hüzünlü anılarının hayaletiyle boğuşuruz bazen de. Hiçbir zaman tam olarak mutlu olamaz, hiçbir zaman da dibine kadar mutsuzluk ve ümitsizlikle sarmalanamayız...
Eğer kendi halimize bırakılırsak, bu elbette doğru olabilir.
Ancak, Captivum öyle bir yer değil...
Captivum'da kendi halimize bırakılmadığımızı, kendi zihnimizin bizim en büyük cehennemimiz olduğunu ve kötülüğün hiçbir sınırının olmadığını çok acı bir şekilde öğrenmiştim.
Üstelik çok uzun bir süre boyunca.
Aylarca, ya da belki yıllarca.
Ne kadardır burada olduğumu bilmiyordum ancak çoktan aylar geçtiğine emindim.
Geldiğimden beri doğru düzgün uyumamış, hiçbir şey yememiştim. Ne bir lokma yemek verilmişti bana ne de bir damla su. Nasıl aylardır ya da yıllardır hayatta kaldığımı aklım almıyordu. Üstelik, birçok kez kendimi öldürmeye çalışmama rağmen Pegasus bana izin vermiyordu...
Kendi aklımın, kalbimin cehenneminin eziyetine uğruyordum her saniye ve yaşamıma son verme kararım bile elimden alınmıştı.
Pegasus ile bağlandığımdan beri ilk kez ona böylesine kızgın ve öfkeliydim ancak umurunda bile değildi. Beni bu cehenneme mahkum ediyor, buradan çıkmanın tek yolu olan sonsuzluğa karışmama izin vermiyordu.
Her gün, her saniye geçmişin ve geleceğin işkencesine maruz kalıyordum. Daha anne karnına ilk düşüşümle başlayan anıları, annemin acı dolu ölümü ve babamın çöküşü takip ediyordu defalarca. Ne zamanki bu döngüden çıkıyordum, bu kez de o duruşma salonunun esiri oluyordum. Aylarca, Chris'in annesinin ve Chris'in dudağından çıkan iki cümlenin kucağına düşüyor, Dagora'nın kahkahasının altında eziliyor, Chris'in Emile ile mutlu olduğu anılarda kayboluyordum. Yok oluyordum.
İşkencemi Pegasus'un çektiği acılar takip ediyordu. Onu kapatıldığı yerden kurtaramadığım için beni suçladığı ve orada dayanılmaz acılar çektiği binlerce farklı senaryonun içerisinde adeta tükeniyordum.
Bir noktada uyuyakalıyor, sadece birkaç dakikalık uykuda bile cehenneme misafir oluyordum. Uykularım, uyanıklığımdan çok daha beterdi. Ölümden ve acıdan başka hiçbir şey yoktu. O yüzden, uyumamak için ne gerekiyorsa yapıyordum... Gözlerimi yerinden çıkaracak kadar ovalıyor, kafamı duvarlara vuruyordum...
Sonsuz bir işkence döngüsündeydim ve ölmeyi dilemekten başka hiçbir şey yapamıyordum. Başlarda, Pegasus izin vermese bile açlık, uykusuzluk ya da susuzluktan elbet öleceğime inanmıştım. Ancak o kurtuluş bir türlü gelmedi. Bir şekilde, ölmeme izin verilmedi. Beni nasıl bir sochru ayakta tutuyordu bilmiyordum ancak yıllardır hiçbir şey yemeden, içmeden ve uyuyamadan yaşamaya devam ediyordum.
Zaman kavramını çoktan kaybetmiştim.
Akıl sağlığımın ipi aşınmaktan incecik kalmış, avucumda titrek bir şekilde duruyordu ve o ipin kopmasını engelleyen tek şey Pegasus'tu. Ancak bundan kesinlikle ve kesinlikle hoşnut değildim.
Neden bana izin vermiyordu ki? Onu kurtaramamıştım. Lanet bir çukurda acı çekmesine engel olamamıştım. Onu hayal kırıklığına uğratmıştım. Ölmeme izin vermeliydi.
Belki de, benden bu şekilde intikam alıyordu. Onu kurtaramadığım için, o da benim kurtulmama izin vermiyordu...
Buraya gelen herkes, kısa bir süre sonra delirirdi ve ne yaşadığının bir önemi kalmazdı. Bana bunu herkes onlarca kez söylemişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AY KUŞAĞI SERİSİ : T&M&I
FantasíaHelena Lincoln sabırlıydı, merhametliydi ve güvenilirdi ama... Asla cesur değildi. Ve tarihte cesaret olmadan kazanılan bir savaş yoktu. Elementerler kendi aralarında sonu bir türlü gelmeyen çekişmelerini sürdürürken, kalbinin esiri olmuş olan Helen...