𝐶𝑒𝑦𝑙𝑎𝑛, 𝐴𝑠𝑙𝑎𝑛, 𝐶̧𝑖𝑡𝑎

157 13 0
                                    

Eğildim. Ayakkabılarımı çıkarmak için uzandım iyice. Bağcıkları çözdüm ama o an, hakim kalan gülme sesi durdurdu ellerimi. Kıkırtı. Başımı kaldırdım.

"Gerek yok."

Yok mu? Ayaklarına bakındım. Topuklu ayakkabılar. Ama onunki temiz, belli. Bense bununla benzin istasyonundaki tuvalete girdim. Gerildim. Henry'nin gözlerini hissederken dudaklarımı büktüm. Daha eve girmeden boka battım yani. Utanarak, daha çok rezil olduğumu kavrayarak özür dilemek istedim ama neden? Özür dilenecek bir şey yokki. Kendi kendime söylendim. Kelimeler sızlandı.

"Ev ayakkabısı giyiniyoruz. Sana bir şeyler bulurum şimdi."

Gözlerimi kaçırdım. Zorlukla yutkundum. Titreyen ellerimi sıktım. Dudaklarımı aralandı. Nefes almaya çalıştım. Açık kapı ve ev arasında bekledim. O kadar çok gerildim ki bir anda. Başım dönmeye, ağrımaya, gözlerim dolmaya hazırlandı. Aşırı tepki verdiğimi düşünerek zorladım kendimi. Kasıldı bedemim ama elimde değil. Korkuyorum. Hemde çok korkuyorum. Neden korktuğumu da bilmiyorum. Neden korkuyorum? Utanıyorum. Kendimden. Ailesinden. Beni sevmeleri için çabalayacak biri değilim tabi ama istiyorum. İstiyorumda yani normal olarak. Omzuma dokunan elle titredim.

"İyi misin canım?"

İyi miyim? Bana bir kaç kez seslendi sanırım. Duymadım. Özür diledim ve zoraki bir şekilde gülümsedim. Elindeki babetleri alıp teşekkür ettim.

"Hiç giyinilmedi. Paketinden şimdi çıkardım. Sen- iyi olduğuna emin misin?"

Başımı salladım. Yutkundum. İyiyim. Sanırım. Kendime çeki düzen vermeye çalıştım ama yapamadım. Hala gerginim. Döndüm. Henry'i aradım. Daha demin buradaydı. Panikledim. Onu arabanın yanında görene kadar. Bagaj kapısını kapatıp yanımıza geldi. Saçlarımı okşadı. Valizleri kapının önüne bıraktı ve içeri girdi. Kadını takip ettik. Sara. Çok hoş. Sevimli. Samimi. Yoksa hepsi bir şov mu? Çok mu temkinli yaklaşıyorum yine. Aşırı düşünüyorum galiba ama annesinden sonra melek gibi geldi. Normal değil bu samimiyet. Ya da öyle. Bilmiyorum. İç çektim. Henry'e, bakmak istedim. Yapamadım. Çekindim. Neden bilmiyorum. Titriyorum. Oysaki zor değil. Baksam ne olur ki? Onun gözleri üzerimde biliyorum. Hissetmek zor değil. Beni izliyor. Düşünüyor. Neyi? Pişman. Öyle değil mi? Öyle olmalı. Keşke onu getirmeseydim diyor. Biliyorum. Beni. Benden utanıyor olmalı. Benim de utandığım gibi. Kendimden.

Salona girdik. Yanan şömineden süzülen kıvılcımlar ve odunların çıtırtı sesi. Gergince başımı kaldırdım. Derin derin nefes aldım. Ürperiyorum. Şaşkınlıkla yüzlerini izliyor ama onlar gibi dikkatimi veremiyorum. Baştan aşağı süzüyorlar beni, ona sarılırken. Ellerimize bakındım. Büyük elinin içerisinde benimki. Sarsılıyor. Baş ağrısı. Kasılan midem mi desem titreyen bedenim mi? Bir sürü ağrı. Bir sürü. Hepsi tek bir sebepten ötürü. Stres. Çok stres. Gereğinden fazla.
Herkes beni izliyor çünkü. Hepsi. Hemen karşımda oturan kadının emzirdiği bebek bile. Sahi, ne kalabalıklarmış. Henry anlatırken abartıyor diyordum ama kocaman salon bile alamıyor sanki bu kadar insanı içine.

"Sonunda teşrif edebildiniz Bay Cavill."

Çatılan kaşları yumuşadı. Bir sürü erkek ona doğru ilerledi. Teker teker sarıldılar. Sonra bizi kapıda karşılayan kadın, Sara ve siyah kaküllü, omuzlarına dökülen saçlarıyla hafif toplu bir kadın belirdi. Mesafeli bir şekilde gülümsedi. Abileri samimiyetlerini belli ederken o kadın sadece elimi sıktı. Hiçbir şey söylemedi. Beni izledi. Sadece izledi. Koltuklara yerleştik.

"Nasılsın? Nasıl gidiyor?"

En büyükleri olduğunu düşündüğüm adam- abisi gülümseyerek kardeşine bakındı. Sorduğu sorunun cevabını bekledi merakla. Ne dargınlık var yüzünde ne de kırgın. Meraklı.

"𝑭𝒊𝒅𝒆𝒍𝒊𝒅𝒂𝒅.." Henry Cavill-Chris EvansHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin