Sabah uyandığımda başım çatlayacak gibi ağrıyordu. "Ne bok yemeğe o kadar içtin Ada," diye söylenmeye başladığımda gözüm saate takıldı. Hemen yerimden fırlayıp ilaç alıp giyindim. Tam saatinde işte olmak için evden çıktım aksi takdirde geç kalacaktım. Haftanın son günüydü ve Andy'ye beni azarlayacak fırsatı vermek istemiyordum.
Neyse ki Andy şirkete gelmemişti. Kendime kocaman iki fincan kahve aldım, onları kısa sürede bitirdim. Bu iki büyük fincan kahveden sonra başımdaki ağırlık da gitmişti. Yoğun bir çalışmanın ardından işlemeler öğlene doğru bitmişti. O yokken işleri odasına bırakıp öğlen yemeği yemek için dışarı çıktım.
Akşam üstüne doğru o dışardayken odasına bıraktığım işlemelerle hışımla yanımıza geldi. "Her şeyi ben mi görmeliyim, sen neden buradasın Ada Hanım?" diye tısladı.
Masadan kalkıp yanına giderken sandalyelerine sinmiş nakışçıların hali içimi acıtmıştı. "Ben bunlara baktım hiçbir sorun görmedim," derken sesimin sakin çıkmasına çalışıyordum.
"Alkolü azaltıp göz doktoruna git o zaman. Şu iki işlemenin arasındaki renk farkını görmüyor musun?"
"Mesai saati dışında içmem kimseyi ilgilendirmez," diyecekken derin bir nefes alıp "Görüyorum ve tam da olması gerektiği gibi olduğunu biliyorum. Kullandığımız iplikler fabrikasyon ürün değiller dolayısıyla ton farkının olması çok normal. O dönemde hangi iplikler kullanıldıysa biz de onları kullanıyoruz."
Yüzü yine maske takmış gibiydi, sert bir ses tonuyla, "Öyle mi çok bilmiş? Ama ben hepsinin aynı ton da olmasını istiyorum," dedi.
Geceleri insan gündüzleri canavara dönen üstelik detaycılık konusunda çığır aşmış bu adama sinirlendiğimi belli etmek istemiyordum. Sakince "Öyleyse fabrikasyon ürünleri kullanmamızı istiyorsunuz. Fikrinizi mi değiştirdiniz?" diye sordum.
"Evet değiştirdim."
"Keşke en başta söyleseydiniz çünkü elimizdeki kumaşları bir daha bulmak imkânsız. Ya bunlar kullanılacak ya da sil baştan yapıp bugün kullanılan kumaş ve iplikler yeniden yapılacak."
Gözlerime bakarak elindeki kumaşları yüzüme fırlattı. "Senin gibi amatöre böyle bir işi bıraktığım için deli olmalıyım."
Yüzüme vurulan kumaş yere düşerken tahammül sınırım falan kalmamıştı. Bu kadarını kaldıramazdım. "Yeter artık! Günlerdir burayı işkence evine çevirdiniz. Kapının girişine 'işgüzar CEO eliyle itinayla işkence yapılır' yazdırın da benim gibi normal bir yerde çalışacağını düşünüp gelenler, girmeden kaçsınlar," dedikten sonra derin bir nefes aldım bütün vücudum sinirden titriyordu. "Ne ben ne de ekip arkadaşlarım bu söylediklerinizi hak etmiyoruz. Başta ne söylendiyse onu yapıyoruz üstelik en iyi şekilde yapıyoruz. Madem benim bu işi için yetkinliğim olmadığını anladınız o zaman siz kovmadan ben istifa edeyim," dedikten sonra çantamı aldığım gibi kapıya gittim.
"Nereye gidiyorsun? Sözleşmen olduğunu unuttun galiba."
"Alın o sözleşmeyi... Neyse terbiyemi bozmadan söyleyeyim. Sözleşme için beni mahkemeye verin, mahkemenin vereceği karar doğrultusunda ne kadar tazminat ödemem gerekiyorsa öderim. Bir de buradaki kadınları daha fazla laflarınızla üzmeyin. Ne yaptılarsa benim talimatımla yaptılar. Ayrıca size şu anda yaptıklarınız ve söylediklerinizden dolayı hakaret davası açabileceğimi de unutmayın," derken kapıyı açmıştım.
Yanıma geldi, "Hakaret davası ha! Bu odadaki her şeyi zimmetle teslim etmeden gidemezsin," diyen sesinden benden bu hareketi beklemediğini anlamıştım. İma ettiği şey ise asla kaldıramayacağım kadar ağırdı.
"Öyle bir giderim ki. Burada her ne varsa hepsine zabıt tutturun belki bir makas, bir iğne kaybolmuştur. Tespitlerini Mahkeme dosyasına ilave edersin," derken kendi sesimden korkmuştum. Adam resmen beni hırsızlıkla suçluyordu. O sinirle kapının pervazına tutundum aynı anda o da kapıdan çıkmamı engellemek için kapıyı hızla kapatmıştı. Elim koptu zannettim. Canım o kadar acımıştı ki farkında olmadan çığlık atmışım. Acıdan gözlerimden yaş gelmeye başladı. Çalışan kadınlar telaşla yanıma geldiler.
Odada bulunan her bir ağızdan sesler geliyordu. Benim gözlerim ise anında morarmaya başlayan parmaklarımdaydı. Andy'nin "Hemen hastaneye gidelim," dediğini hayal meyal hatırlıyorum.
İçim çekiliyordu ama öleceğimi bilsem bile ondan hiçbir iyiliği kabul etmeyecektim. "Ben giderim," deyip sağlam elimle kapıyı açtığımda Kim-Woo'yla burun buruna geldik.
Ayaklarım titriyordu, Kim-Woo da fark etmiş olmalı ki hemen omuzlarımdan tutup destek oldu. Günlerdir yaşadığım stresin üzerine elimin acısı direncimi iyice kırmıştı. Bayılmadan önce zorla "Hastane," diyebilmiştim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GELİNLİKTEKİ SIR
Ficção Geralİstanbul'dan Güney Kore'nin başkenti Seul'e okumak için giden Ada'nın yolu, Asya ülkelerinde tanınmış oyuncu, şarkıcı ve şarkı sözü yazarı Andy ile kesişir. Bu kesişme ikisini de farklı şekillerde etkileyecektir. Aralarındaki farklılıklar dil, din...