Önümde ışıklı dik bir yokuş vardı. Oraya tırmanmam gerekiyordu ama ayaklarım bir müddet sonra beni taşıyamıyor, yokuşun başına düşüyordum. O kadar yorulmuştum ki uyumak istiyordum ama ne zaman gözlerimi kapatsam babam geliyor elini uzatıp beni kaldırıyordu. "Yokuşu çıkman lazım kızım," diyordu. Oysa ben babamın yanında kalmak istiyordum. "Ne olur yanında kalayım."
"Orada bekleyenlerin var. Hadi kızım. Hadi... Hadi... Hadi..."
Babam her hadi dediğinde bir adım attım, tam tepeye ulaştığımı düşünürken yeniden düştüm. Bu sefer denize düşmüştüm. Yüzmeye çalıştıkça deniz beni içine çekiyordu, nefes alamıyordum. Sonra bir el beni çekti. Beni çeken babamdı, beraber kumsala uzanıp uyuduk. Ufukta güneş doğuyordu. Işığı gözlerimi rahatsız etmeye başladığında sabah olduğunu anladım. Babamı uyandırmam lazımdı...
Gözlerimi açtığımda babam yanımda değildi. Üzüldüm yine beni bırakıp gitmişti. Bu sefer annemi gördüm. Annem de mi ölmüştü?
"Yavrum uyandın mı annem?" diyen ağlamaklı sesini duyduğumda neredeyiz diye düşündüm.
"Anne," demek istiyordum sesim çıkmıyordu.
Annem telaşla bir yere gidip gelmişti. "Ada'm kızım iyi olacaksın bebeğim," derken odaya beyaz önlüklü bir sürü insan girdi. Biri gözlerime ışık tutmuştu. "Kapatın şu ışığı," dedim zorla. Bu sefer adımı sordu. "Ada," dedim. Başka biri "Neredesiniz?" diye sordu. Neredeydim, doktorlar olduğuna göre "Hastanede miyim?" diye soruya soruyla cevap verdim. Elimi ayaklarımı hareket ettirdiler.
Doktorlardan biri, "Bizi çok korkuttunuz," dedi.
"Başım ve göğsüm ağrıyor," derken çok zorlandım.
"Serumunuza koyduğumuz ilaçlar ağrınızı kesecektir, merak etmeyin."
"Ne oldu bana?"
"Balkondan düştünüz. Kafanızı alt kattaki çamaşırlığın demir kısmına çarpmışsınız. Beyin ameliyatı oldunuz. İki de kaburganız kırılmış, biri akciğerlerinize zarar vermiş. Omuzunuza isabet eden mermiyi çıkardık. Üç gün komada kaldınız. Şimdi dinlenmeniz gerekiyor. Lütfen sizi de dışarı alalım," dedikten sonra annemle beraber çıkmışlardı.Hastanede bir hafta yoğun bakımda olmak üzere üç hafta kaldım. Anneannem hariç tüm ailem, Amerika'dan amcam, İsveç'te nhalam, Türkiye'den arkadaşlarım hepsi Seul'a gelmişti. Yoğun bakımda kaldığım hafta neredeyse hastaneyi biz işgal etmişiz. Doktorlarım bu konuda bayağı espri yaptılar.
Başıma neler geldiğini ilk günler net hatırlayamamıştım ama bu normalmiş. Fakat hafızam bir hafta olmadan tamamen yerine gelmişti. Ah-Reum'un öldüğünü bilsem de o korkuyu üzerimden atamıyordum. Uykularım o günle ilgili kabuslarla bölünüyordu. Onun için psikoloğun önerisiyle uyku ilacı almaya başladım.
Yoğun bakımdan çıktıktan bir hafta sonra Annem, Can ve kolundan vurulan Mina'dan başka kimse kalmamıştı. Mehmet ise giderken bir sürü korumayı başımıza musallat etmişti. Ben hastaneden çıkar çıkmaz Mehmet gelecek, hep beraber dönecektik. Peri de gelmişti fakat işleri dolayısıyla fazla kalamayacağı için geri dönecekti. Gitmeden önceki son gece benimle kaldı. "Sana bir şey söylemek zorundayım Ada,"
"Andy'le ilgiliyse konuşmayalım."
"Onunla ilgili... Ada, seni hastaneye getirenin o olduğunu, Mina'ları kurtarmak için bütün emniyeti ayağa kaldırdığını söylemek zorundayım. Her gün doktorlarınla görüşüyor. Ailen onu suçladığı için yanına gelmesine izin vermiyorlar.""Vicdanını rahatlatmak istiyordur. Peri ben onunla ilgili konuşmak istemiyorum."
"Peki canım."
"Neyi merak ediyorum biliyor musun? Diğerlerine de soramıyorum."
"Bana sor. Biliyorsam söylerim."
"Ben nasıl yere çakılmadım? İplere çarptığımı hatırlıyorum gerisi yok."
"Kurtulman senin şansın ya da yaptığın iyiliklerin karşılığı... Senin evinin karşısında oturan genç bir çocuk olayları görüyor ve cep telefonuna kaydediyor. Pisliğin kafana silah dayadığını görünce hemen güvenliği arıyor. Güvenlik geldiğinde sen balkon demirlerinin arkasına geçmişsin. Genç çocuk senin silah zoruyla atlayacağını anlayınca yorganını aşağıya atıyor. Aşağıda bekleyen güvenlik çalışanlarından iki kişi yorganı gererken sen düşmeye başlıyorsun. Aslına bakarsan çamaşırlık ve çocuğun dikkati senin hayatını kurtardı. Çamaşırlığa çarpmasaydın hızın kesilmez onlar yorganı geremeden demirlerin üstüne düşerdin. O alandaki tüm kameralara polisler baktı, biz de izledik."
"Hastaneden çıkınca hepsine tek tek teşekkür ederim."
"Edersin etmesine ama maşallah Can hepsini hediyeleriyle ihya etti. Çocuğun telefonuna çektikleri arasında bir şey daha vardı."
"Ne vardı?"
"Andy'nin seni tutmak için neredeyse aşağıya düşüyor olması sonrasında çılgınlar gibi aşağıya koşması. Ada iste ya da isteme adam kafayı yemişti. Üstelik bu olayın onunla ilgisi yok."
"Bu olayla ilgisinin olmadığını biliyorum."
"O zaman neden görüşmüyorsun?"
İçim acıyarak Ah-Reum'un o gün söylediklerini anlattım. "O kadar çok cevaplanması gereken sorum var ama cevaplarını duyacak gücüm yok... Bana değil de eski sevgilisinin yazıp Min-Su'nun oynadığı oyuna inanan birini neden göreyim Peri? İnan artık onu görmek istemiyorum. Sevgi dediğin nedir ki gelip geçer, yeter ki bu geçiş sürecinde akıl sağlığımı koruyacak gücüm olsun."
"Haklısın, söyleyecek bir şeyim yok. Güven yoksa sevgi kıskançlık olur, kıskançlık ise insanın karakterini bile öldüren habis bir duygudur... Sen artık biraz dinlen ben de gidip bir sigara tüttüreyim."
"Sen sigara içmezsin."
"Bazen içerim, hele sorularına cevap alınacaksa üst üste birkaç tane içerim, içmenin tam zamanı. Sen de dediğim gibi yaparsan kokusundan nasiplenirsin," dedikten telefonundan benim telefonumu arayıp açtı ve öyle yanıma bıraktıktan sonra çıktı. Onunla konuşacaktı ve konuşmaları dinleme kararını bana bırakmıştı. Ben ise hiçbir şey düşünmemek için yeni yöntemimi uygulamak istiyordum fakat Peri'yi dinlemeye karar verdim. Uyku bekleyebilirdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GELİNLİKTEKİ SIR
Fiction généraleİstanbul'dan Güney Kore'nin başkenti Seul'e okumak için giden Ada'nın yolu, Asya ülkelerinde tanınmış oyuncu, şarkıcı ve şarkı sözü yazarı Andy ile kesişir. Bu kesişme ikisini de farklı şekillerde etkileyecektir. Aralarındaki farklılıklar dil, din...