Ertesi sabah yataktan kalktığımda bütün gece Minik'i düşünmekten yorgun düşmüştüm. Minik'in ameliyatı riskliydi ama olmazsa yaşama şansı sıfırdı.
Eğer ona bir şey olursa Mi-Anne'nin hayatından vazgeçecek kadar yıkılacağını biliyordum. Kendimin ise öyle bir acıyla nasıl mücadele edeceğini bile bilmiyordum. Uzunca bir süre onları düşündükten sonra akşam yemekte yaşananlar tek tek aklıma geldi. Min-Su'nun yaptıklarının Andy ile alakası olmadığından emin olmuştum.
Genç kadının hayatını düşünmeye başladım. Yaşadığı travma, saatler geçtikçe benim vicdanımı zorlamaya başlamıştı. Ailesiyle olan sorunlarının sadece onun sorumsuzluğundan değil tercihlerinin öğrenilmesinden kaynaklı korkular olduğunu anlamıştım. Onun isteklerinin karşılığı bende yoktu ve ben ona sadece iyi arkadaşlar olabileceğinizi göstermeliydim. Bunu nasıl yapacağım ise bir muammaydı çünkü ben onu hep arkadaş olarak görmüş ve ona öyle de davranmıştım.
Kendi kendime "Hadi oylanma Ada. Daha gidip kendine kıyafet alacak sonra da hastaneye gideceksin," dedikten sonra dün akşam giydiğim elbiseyi üzerime geçirip çıktım.Hastaneye gittikten dakikalar sonra Minik ameliyata alındı. Üç-dört saat süreceği söylenen ameliyat beş saatte bitmişti. Cerrah ameliyatın iyi geçtiğini fakat bebeğin çok ufak olmasından dolayı iyileşme sürecinin uzayabileceğini söylemişti.
Minik yoğun bakıma alındığı için o gün onu görmemiz mümkün değildi. Nispeten rahatlamış olsam da bebek yoğun bakımdan çıkmadan içim tam anlamıyla rahat etmeyecekti. Normal hayatta saatlerin nasıl geçtiğini anlamazdık ama hastanede zaman akmıyor, yerinde sayıyordu sanki. Minik'ten gelecek bir haber için akşama kadar yoğun bakımın önünde bekledik. Sonunda doktoru bizim yanımıza geldi ve gidip dinlenmemizi değişiklik olunca haber vereceğini söyledi.
Mi-Anne'ye belli etmek istemiyordum fakat çok gerilmiştim. O gece hastanede kaldım. Mi-Anne'nin durumu ise içler acısıydı. Hemşireyle görüşüp sakinleştirici ilaç verdirdim. Gece de gün gibi bitmek bilmiyordu.
Gece yarısına doğru kapı açıldı. Ağzında maske kafasında şapkayla biri içeri girdi. Tanımıştım. "Hoş geldin Andy," dedim.
"Selam, çocuğun nasıl olduğunu merak ettim."
"Bahçede konuşalım," derken uyuyan orta yaşlı kadını gösterdim.
"Dışarısı oldukça serin," dedikten sonra koltuğun üzerindeki ceketimi omuzlarıma koyup kapıyı açtı. Bahçeye çıkıp tenha bir yere geçene kadar hiç konuşmadık. Ağzından maskeyi indirdikten sonra" Telefonla konuşmamıza rağmen içim rahat etmedi. Çocuk nasıl?"
"Doktorunun söylediklerini anlatmıştım. Göstermiyorlar..." derken sesim titremeye başlamıştı.
Yüzümü tutup bana baktı. "Merak etme iyileşecek. Eminim iyileşecek," derken aslında onun da kendini inandırmaya çalıştığı belliydi. Bu benim tutmaya çalıştığım ağlama isteğimi tetiklemiş, yaşlar yanaklarımdan süzülmeye başlamıştı. "O minicik bedeniyle yaşama direniyor yavrum,"
Bu sefer omuzlarımdan tutup bana sarıldı. "Ağla ağlayabildiğin kadar," diyen ses bana iyi gelmişti ve salya sümük son iki günün stresini kusar gibi ağlamaya başlamıştım.
Kendime geldiğimde yüzüm hâlâ omuzlarındaydı. Hemen kafamı kaldırıp etrafa baktım. "Sen neden geldin? Min-Su telefonumdaki takip cihazından hastanede olduğumu öğrenmiştir."
"Gel şuraya otur. Sen neden o kızdan korkuyorsun?" diye sorarken banka oturmuş beni de yanına çekmişti. Belli ki konuyu değiştirip beni rahatlatmak istiyordu."Kendim için değil korkum. Benim yüzümden sizlerin zarar görmenizden. Hem bir karar verdim, zaten yakında gideceğim o sırada ona daha iyi bir arkadaş olacağım. Onun istediği gibi bir durumun olamayacağını anlaması lazım."
"Bence doğru bir karar değil. Şimdi gideceksin, birkaç ay sonra döneceksin. Döneceksin değil mi?"
"Döneceğim. En azından Minik iyileşip benim yanıma gelene kadar ben gelmek zorundayım."
"Nasıl yani?"
Gülümsedim, ondan beni anlamasını bekleyemezdim ama en azından ne düşündüğümü ve bunu neden düşündüğümü bilmesini istedim. "On yaşlarındaydım, sokakta yaralı bir yavru kedi buldum. Eve getirdim, dedem hemen kediyi veterinere götürdü. Kedinin tedavisi yapıldı ve kedi iyileşti. Mina, Can ve ben kediyi göndermek istemiyorduk. Annem ve dedem bahçede bakalım diyorlardı.
Bir gün anneannem hepimizi dinledikten sonra bize döndü; "Çocuklar eğer bir sorumluluk alıyorsanız, onu sonuna kadar taşımaya yüreğiniz varsa alın. Bu yavru kedi evde yaşamaya alışırsa bir daha sokakta yaşayamaz, ölür." Anneanneme kedinin sorumluluğunu alacağımıza dair söz verdik. Çok güzel yeşil gözleri olduğu için ismini 'Yeşil' koydum. Yeşil on bir yaşında ölene kadar evin efendisi oldu. On bir yıl boyunca veterinere götürmek hariç bütün işini sırayla biz yaptık. Yapmadığımız takdirde sokağa gönderileceğini biliyorduk ve bu bizim suçumuz olacaktı. Senin anlayacağın ben yardım etmeye karar verdiğimde bu sorumluğu kabul etmiş oldum. Bu maddi yardımı yapıp bitireceğim bir konu değil. Orta yaşlı bir kadın ve ufacık bir bebek, kimseleri yok. Çocuk yoğun bakımdan çıksın anneme ve diğerlerine anlatacağım. Nasılsa bir müddet yokum, benim evimde kalabilirler. Sonrasına ise ailemle konuşup ortak karar vereceğiz. Ama bir şeyden eminim nefes aldığım müddetçe elim hep Minik'in üstünde olacak. Maddi ve manevi."
Andy'ye baktım. Düşünceli, şaşkın ve inanmaz gözlerle bana baktığını gördüm. "Ne o, anlattıklarım seni etkiledi mi?"
"Kediye Yeşil adını vermen...İlginç çok ilginç..." diyen Andy başını önüne eğdi. Ne düşündüğünü anlayamamıştım. Kısa bir süre sonra başını kaldırdı, simsiyah gözlerinin sanki içimi deldiğini tekrar hissettim. Konuşmaya başladığında sesi eski melodik haline dönmüştü. "Neyse Minik konusunda seni anlıyorum ama ağır bir sorumluluk. Ya babası bir gün çıkarsa?"
"Keşke çıksa da onu bir güzel gebertsem, pislik herif!"
Güldü. "Ben de seve seve yardım ederim. Bütün aile beraber mi yaşıyorsunuz?" diye sordu. Yine hayatımı merak etmişti ve o her merak ettiğinde ben farkında olmadan heyecanlanmaya devam ediyordum. Artık duygularımı belli etmekten iyice korkmaya başlamıştım. Derin bir nefes alıp sesimin normal çıkacağına emin olana kadar sustum. Suskunluğum dikkatini çekmiş olmalı ki gözlerime baktı. "Bilmem kaç bilinmeyenli denklem sormadım Ada. Cevap vermek istemiyorsan verme."
"Cevap vermek istemediğimden değil, aklıma bir an Minik'e gitti... Annemle babam evlendiklerinde dedemlerin konağının arkasından apartman dairesi almışlar. Konak dediğime bakma bahçesi geniş, üç katlı, ahşap ev. Uzun süre benimkilerin çocukları olmamış. Tam evlatlık almaya karar verdikleri sıra Mina ve Can'ın annesi vefat etmiş. Dayım ateşe olduğu için devamlı ülke ülke dolaşıyormuş. Annem çocuklar zorluk çekmesin diye sorumluluklarını almış ama anneannemle birlikte bakmaya başlamışlar. O sırada bir mucize olmuş ve ben dünyaya gelmişim. Söylemiştim zaten babam ben üç yaşındayken vefat edince annem ve ben dedemlerin yanına taşınmıştık. Böylece hep beraber yaşamaya başladık işte. Sonrasında Annem babamın açtığı okulun kapanmasına izin vermemek için kendi evlerini sattı, dedem de destekledi. Sonunda okulu bugünkü haline getirdi"
"Ev kadınlığından okul işletmeciliğine. Bravo."
"Evet çok başarılı bir iş kadını. Hatta okul sayısı sanırım şimdi beş ama ev kadını değildi, hiçbir zaman da olmadı. Annem İngilizce öğretmeni. İlk işyeri babamın okulu, işe başladığında babamla karşılaşıyor ve birbirlerine âşık olup evleniyorlar."
"Annen genç yaşta yalnız kalmış ve bir daha evlenmeyi düşünmemiş mi?""Hayır. Annem diye demiyorum çok güzel bir kadın, onunla evlenmek isteyenler oldu. Buraya gelmeden önce biri vardı neredeyse kapımızda yatacaktı. Annem kimseyi kabul etmedi. Hâlâ akşamları balkona çıkar babamla konuşur neler yaptığımızı anlatır. Üç çocuk, üstelik Mina ve Can ikizler. Bir de arkasından ben. Ergenliklerimiz, sorunlarımız, derslerimiz, seçimlerimiz.... Derken zamanın nasıl geçtiğini anlamadığını söyler durur. Bunlar yetmez gibi Mina'yı evlenir evlenmez çocuk yap diye zorluyor. Aksiyon kadın," derken o gece ilk defa yürekten gülümsemiştim.
"Mina ile telefonla bile olsa tanıştık, Can nasıl biri?"
"O bir dahi aslında. Türkiye'de büyük bir sanal alışveriş sitesi var. Zaten büyük ihtimal okulların yönetimi sonunda ona kalacak. Çünkü ben ve Mina istemiyoruz. Çok çapkın, umarım bir gün kalbinin seçtiği biriyle karşılaşır da mutlu olur. Daha biraz önce aradı, erken gelseydin telefonda da olsa onunla da tanıştırırdın."
"Sizin ailenizde günler çabuk akıyordur. Seni ne zaman görsem birinden biriyle konuşuyorsun."
"Buraya gelirken bir kural koydum. Mecbur kalmadıkça günde bir kereden fazla aramayacaklardı. Gerçi bu kuralı bozacak bahaneleri her zaman var. Ben ise anneannemi muhakkak her gün ararım. O benim akıl hocam. Bana hiçbir zaman onu yap bunu yapma dememiştir. Hep bir örneği hep bir sözü vardır. Gerisini bize bırakır. Onun hayat felsefesi herkes kendi hatalarıyla büyür, olgunlaşır," dedikten sonra dönüp yüzüne baktım. "Yine hep beni konuşturdun."
"Benim... Anlatacak bir şey yok ki, gir internete hepsini okuyorsun zaten."
"Kıvırma, İnternete girersen benim ve ailem hakkında da bir sürü şey okursun ama..."
Andy sözümü kesti. "Annemin bana olan sevgisi ve babamın sadece işine olan aşkından başka söylenecek bir söz yok. Herkes senin kadar şanslı değil Ada. Ben gideyim sen de yat uyu. Baksana gözlerinin altı morarmış. Büyük ihtimalle dün akşam da uyumamışsındır," dedikten sonra ayağa kalktı. "Ne olursa olsun hemen beni ara. Unutma tehlike sadece arkadaşın değil, kim olduğunu öğrenemediğimiz biri daha var. Konuştuğun insanlara dikkat et."
"Merak etme bir şey olmaz. Peri aradı, dediği gibi motosiklet kiralıkmış, kiralayan da nakit ödeyen de Min-Su. Fesat düşünmek istemiyorum ama..."
Andy "Ne düşündün?" diye merakla sordu.
"Min-Su'nun maddi sıkıntısı vardı. Benim olduğum apartmanda ev fiyatları yüksek. Onun tutması mümkün değil, hele ki babasıyla bu kadar sorun yaşarken. Benim gibi başka gelirleri de yok. Geriye kendini göstermek istemeyen zengin bir kadınla yaşıyor olması kalıyor. Erkek demiyorum çünkü en son kendisinin hangi cinsi tercih ettiğini hepimiz görmüştük. Kadın büyük ihtimalle bana olan zaafını kullanarak ona yaklaşmıştır."
"Arkadaşını korumaya çalışıyorsun gibi geldi. Bunun tam tersi de olabilir değil mi?"
"Ayyy kafam patlayacak gibi ağrıyor. Bu gece bir daha o konuyu düşünmeyeceğim. Eğer bir aksilik olmazsa yarın sabahtan şirkete uğrarım."
"Olur. Kim-Woo ile konuştun mu?"
"Sanırım on kere falan aramıştır. Her çekim arasında aradı. Yarın sabah erken saatte buraya gelecek, sonra da üç dört gün şehir dışına gidecekmiş. Kıramayacağı birisinin isteğiymiş çok özür diledi."
"Kıramayacağı kişi benim. Çektiğimiz dizilerden birine konuk oyuncu olarak girecek. Daha önce konuştuğumuz aktör hastalandı."
"Yapacak bir şey yok. Zaten bu sevgililik oyunu beni geriyordu. En azından Min-Su ile karşılaşırsam şehir dışında derim. Hadi git artık," dediğim sırada Minik'in doktoru yanımıza geldi.
"Ada Hanım, oğlumuza uyguladığımız tedavi işe yaramaya başladı. Değerleri stabil oldu. Uzaktan görebilirsiniz."
Sevinçten çığlık attım. "Doktor Bey nasıl teşekkür edeceğimi bilemiyorum."
"Bütün gece burada kalacağıma göre güzel bir kahveyle teşekkür edersiniz," diyen doktor gülümsüyordu.
"İstediğiniz kahve olsun. Misafirimi geçireyim yoğun bakıma beraber çıkarız," dedikten sonra Andy'ye döndüm. "Geldiğin için teşekkür ederim. Yarın sabah görüşürüz," dedim ve doktorla beraber yürümeye başladım.
Arkamızdan yetişen Andy, "Ben de görebilir miyim?" diye sordu. Çocuğu gördükten sonra, hiç konuşmadan yanımızdan ayrıldı. Sanırım o da benim gibi Minik'e âşık olmuştu.
Tam kahveleri içerken Andy'den mesaj geldi."İşini çok seven bir doktor bulmuşsun. Oğlunuza çok ilgili davranıyor😊 " Bu mesaj bir kinaye miydi? Dalga mı geçiyordu? Yoksa... "Yok canım, saçmalama Ada," diye düşünürken doktora gülümsemeyi de ihmal etmiyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GELİNLİKTEKİ SIR
Fiction généraleİstanbul'dan Güney Kore'nin başkenti Seul'e okumak için giden Ada'nın yolu, Asya ülkelerinde tanınmış oyuncu, şarkıcı ve şarkı sözü yazarı Andy ile kesişir. Bu kesişme ikisini de farklı şekillerde etkileyecektir. Aralarındaki farklılıklar dil, din...