Sabah otelden kendi daireme uğramak için çıktığımda hava yeni aydınlanmıştı. Gece Mina odama gelmiş, geç saatlere kadar sohbet etmiştik. Andy konusunda özellikle bir şey sormamıştı. Sanırım bunun için Mehmet'e teşekkür etmeliydim. Çünkü benim tanıdığım Mina özellikle beni konuşturma konusunda mastır yapmıştı. O gittikten sonra ise uyuyamamıştım.
Yatakta bir sağa bir sola dönerken Andy'nin her zamanki halinden farklı olduğunu düşündüm. Seul'da yüzlerce otel varken bizim kaldığımız otelde karşılaşmamız tesadüfün çüş haliyken bir de Mehmet'in nezaketen yaptığı teklifi kabul edip yanıma oturmuştu.
En neşeli anlarda bile bana dönen bakışları buz kesmişti oysa en büyük kavgamızda bile öyle baktığını hatırlamıyordum. "Tamam, yaşadıklarını anlıyorum baş belası adam ama sen çift kişilikli pislik olmuşsun da farkında değilsin, kim bilir kafanda neler kurdun yine?" diye düşünmüştüm.
Taksi evimin önünde durduğunda güvenlik hemen yanıma geldi. "Min-Su Hanım ve erkek arkadaşı biraz önce geldiler. Kendi dairelerine girip bir daha çıkmadılar. Siz evinize girene kadar kameradan sizi takip edeceğim," dedi.
Teşekkür ettikten sonra hızla üçüncü kattaki daireme gidip kapıyı kapattım. Gözlerim salonu komple aydınlatan balkona kaydı. Kapattığımdan emin olduğum büyük cam kapı açıktı. Dışarı çıkıp kaçmak için elim yeniden sokak kapısını bulduğunda, arkamdan kafama dayanan silahın soğukluğuyla olduğum yerde kalakalmıştım. "Nereye kaçabileceğini sanıyorsun orospu?" diyen ses kadın sesiydi fakat Min-Su'nun sesi değildi.
Kafamı çevirmeye korkuyordum. Kadın omuzumdan tutup beni salona doğru yürüttü. Yerde kan izi vardı. Gözlerim izleri takip ettiğinde yerde yatan Lee Min-Su'yu gördüm. Genç kadının acı çektiği belliydi. Ona doğru koşmak istedim ama silahı kafama bastırıp engel oldu. "Ölmesine vakit var, merak etme. Balkona doğru yürü şimdi!"
"Sen kimsin?" diye soran sesin benden çıktığından emin değildim.
"Dediğimi yap!"
Dediğini yaptıktan sonra "Balkon demirlerinin arkasına geç," dedi.
Bir güç "Neden? Kendimi aşağı atmamı istiyorsan çok beklersin. Madem öldüreceksin silah elinde," dedirtti.
Arkamdan biraz uzaklaştıktan sonra "Dön," dedi.
Döndüm. "Ah-Reum!""Evet Ah-Reum," derken kapının açıldığını Andy'nin içeri girdiğini gördüm.
Onun, "Ne yapıyorsun?" diyen sesini duyana kadar hayal olduğunu düşündüm. Oysa onu görmem ve konuşmasıyla arasında saliseler geçmişti. Hayal gördüğümü düşünecek zamanı nasıl bulmuştum ben de bilmiyordum. O da gördüğü manzara karşısında içeri girdiği gibi yerinde çakılıp kalmıştı.
Ah-Reum onu görünce çok sevinmişti. "Aşkım sana sürpriz yapacaktım, nereden anladın?" diye sordu.
"Ne sürprizi Ah-Reum? Bırak elinden silahı," diyen Andy'nin sesi oyunculuğunu konuşturmuştu.
"Aşkım görmüyor musun? Hem senin hem de kendi intikamımı alıyorum. Merak etme kimse bizim yaptığımızı anlayamaz. Min-Su'nun ona âşık olduğunu herkes biliyor. Senin de bildiğin gibi aşığından peydahladığı çocuğu ailesine yutturmak için oynadığı onca oyuna rağmen, hiç utanmadan çocuğunu burada bırakıp ülkesine dönüyor. Min-Su onun gittiğini öğrenince delirip önce onu sonra kendini balkondan atıp intihar edecek. Hiç kimse bunu bizim yaptığımızı ispatlayamaz. Balkon demirlerinden Min-Su'nun dairesine geçip binadan o şekilde çıkarsak burada bulunduğumuzu kimse kanıtlayamaz. Bu kadının ne kadar fesat birisi olduğunu anlayamadın mı? Senin gözüne girebilmek için Min-Su'nun çizimlerinden faydalandığını da unutma. O ölmeden bize rahat ve huzur yok."
O konuştukça ben şok üstüne şok yaşıyordum. Andy'ye baktım. Benden kaçırdığı gözlerinden onların uydurduğu hikayelere inandığını anladım. İçimde bir yara açılmaya başladı acıta acıta, kanata kanata ve kanırta kanırta. O acıyla "Sen de onlar kadar ruh hastasısın..." diye bağırdım, devamını getiremedim. Çünkü ona söyleyecek sözüm yoktu. Söz insan olana söylenirdi. Karşımdakilerin hiçbiri canlı sıfatıyla anılmaya değmiyordu. Ve madem onların elinden ölecektim, onların istediği gibi ölmeyecektim. Kendi istediğim gibi kendimi öldürterek ölecektim. Böylece ölümüm onların ceza almalarını sağlayacak, nispeten ruhum huzur bulacaktı.
Cesaretle Ah-Reum'un gözlerine diktim gözlerimi, "O sana acıyor anlamıyor musun? Beni istiyor, beni seviyor, beni sevdiğini her gün haykırıyor. Sen bunu çektiğin fotoğraflarda görmedin mi? O fotoğraflarda bana olan aşkını gördüğün için hastalığını kullanmadın mı?"
Ah-Reum "Sus yoksa..." diye bağırdı.
Andy, Ah-Reum'un yanına doğru yürümeye başlamıştı fakat o yürüdükçe diğeri de geri yürüyordu neredeyse ikisi de benim yanıma balkona gelmişlerdi.
Ben hâlâ mütemadiyen onu kışkırtmaya çalışıyordum. "Ne yaparsın öldürür müsün? Zaten öleceksem nasıl öldüğümün ne önemi var? Elini korkak alıştırma, sık kafama gitsin. Sen deliysen ben zır deliyim. Ne duruyorsun? Beni öldürmezsen asla Andy'ye sahip olmazsın."
Andy, benim ne yapmaya çalıştığımı anlamıştı. "Ada sus," diye bağırdı.
"Neden susayım ha? Hakkımda hükümler verilmiş, cezam kesinleşmiş. Hem de bunlar benim asla yapmadığım ve yapmayacağım şeyler üzerinden yapılmış. Neden susayım? Madem öleceğim istediğim gibi öleyim," diye bağırırken Andy'nin bir daha "Ada, sus. Ah-Reum sen de indir şu silahı," diye tısladığını duydum. Onun da bu sondan haberi olmadığını anlamıştım. Fakat bunu bilmenin benim için hiç önemi kalmamıştı. Onu tanıdığım günden beri beni her türlü ahlaksızlıkla suçlayan bu adama acıyacak halim yoktu. "Varsın o da cezasını en ağır şekilde çeksin!" diye düşündüm. Belki bedenimin değil ama duygularımın katili değil miydi?
Ah-Reum, "Ödlek. Bunları senin için yapıyorum bilmiyor musun? Çekil yoksa onu silahla vurur, gerekirse hapse girerim," derken iyice delirmiş gibiydi.
Tam arkalarında kalan Min-Su'nun sesini duydum. Zor konuşuyordu. "Özür dilerim Ada... Senin çocuğun olmadığını bile bile yalan söyledim... O beni de kandırdı..." diyen zayıf ses kesilmişti.
Andy, Ah-Reum'a baktı. "Hepsi yalan mıydı? Belgeler... Belgeler sahte miydi?"
Ah-Reum kahkaha atmıştı. "Ne önemi var? Sonuç değişmeyecekti. Sen her şekilde bana dönecektin."
"Madem sana döneceğimi biliyorsun bu kadar oyuna ne gerek vardı? Hem sana kaç kere söyledim Ada ile aramızda bir şey yok," diye. Sinirle konuşan Andy, derin bir nefes aldıktan sonra devam etti. "Tamam, ben ne yapmaya çalıştığını anladım uzatmaya gerek yok. Bırak artık oyunu. Ben hep senindim hep senin olacağım. Silahı bana ver, gidelim buradan."
Ah-Reum, genç adama öyle bir sevgiyle bakmaya başlamıştı ki çocuk gibi olmuştu. "Beni nereye götüreceksin aşkım?" diye soran ses en fazla on beş yaşındaydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GELİNLİKTEKİ SIR
Narrativa generaleİstanbul'dan Güney Kore'nin başkenti Seul'e okumak için giden Ada'nın yolu, Asya ülkelerinde tanınmış oyuncu, şarkıcı ve şarkı sözü yazarı Andy ile kesişir. Bu kesişme ikisini de farklı şekillerde etkileyecektir. Aralarındaki farklılıklar dil, din...