Jeju adasına iniş yaptığımızda dilediğim gibi oldukça güzel ve güneşli bir hava beni bekliyordu. Daha önceki gelişlerimde adayı gezdiğim için yabancılık çekmedim. Adresi sanki elimle koymuş gibi bulmuştum. Satış ilanı olan Terzi dükkanına girdiğimde orta boylu, güler yüzlü Park Ga-Eul ile karşılaştım. O'nun da beni beklediği belliydi. Selamlaştıktan sonra içi oldukça geniş olan dükkanı bana gezdirdi.
Terzi dükkânın arkasındaki ufacık depo adeta bir hazineydi. Gelinlik için kullanacağım kumaşların, ipliklerin tamamını bulmuştum. Şahsi tasarımlarım için o kadar fazla kumaş beğenmiştim ki sonunda depo da yarıya inmişti. Şirkete lazım olanlarını getirdiğim bavula yerleştirdikten sonra kendim için aldıklarımı paket ettirdim. Bay Park oldukça büyük olan paketi bir arkadaşının aracılığıyla kargo şirketine gönderince içim oldukça rahatlamıştı. Tüm işlemlerimiz bittiğinde neredeyse akşam oluyordu.Dönüş için son uçakta yer almıştım o da saat24.00'teydi. Bu arada terzinin oğlu Bay Park'ın göründüğü gibi öyle masum birisi olmadığını da anlamıştım doğrusu. Güya nazik davranacağım bahanesiyle depoda kumaş ararken ellemedik yerimi bırakmamıştı. Önceleri salağa yatsam da sonraları ellerini öyle bir oyalamıştım ki adamın yemek yiyecek hali kalmamıştı. Ama ben ısrarla yemeğe götürmüştüm. Söz sözdü.
Yemeğim bitmesine yakın Andy aradı."Ne yaptın? Her şey yolunda mı?"
"Aradığım her şeyi buldum hatta aramadıklarımı bile."
"Sevindim. Kaç uçağıyla dönüyorsun? Havaalanından aldırtayım seni,"
"Gerek yok taksiyle dönerim," dediğim sırada uçağın bir saat rötar yaptığıyla ilgili mesaj geldi. "Uçak bir saat rötar yapmış belki yine yapar kimseyi göndermenize gerek yok."
"Sen neredesin şimdi?"
"Bay Park ile yemek yiyoruz,"
Andy, "Kendisine teşekkürlerimi ilet, sen de fazla oyalanmadan havaalanına git bazen rötar diyorlar sonra uçak zamanında kalkıyor. İyi akşamlar," deyip telefonu kapatmıştı.
Rötar bildirimi gelen uçağın planlanan saatte kalktığını hiç duymamıştım ama içime de bir kurt düşmüştü. Yemeklerimiz biter bitmez hemen taksi çağırıp havalimanına gittim. Uçak değil planlandığı saatte bildirilen rötardan iki saat sonra kalkabildi. Tüm bu rötarlar sebebiyle Seul'da havalimanından çıkmam sabahın beşini buldu.
Elimdeki bavullarla eve gidip tekrar şirkete gitmek saçma olacağı için doğruca şirkete gittim. Beni gören güvenlik görevlileri şaşırmıştı. Yolda gelirken taksiyi durdurup aldığım kahvelerden onlara da bıraktıktan sonra dikiş odasına çıkıp bavulu boşalttım. Kendimi sandalyelerden birine atmadan önce ayakkabılarımı çıkarttım ve ardından da bir kutu kahveyi bir solukta içtim. Biraz uyumak için kafamı masaya dayadığım sırada telefonum çaldı. Mina görüntülü arıyordu.
"Neden aramadın? Merak ettim."
"Neyi merak ettin acaba? Günü birlik Jeju Adasına gittiğimi biliyorsun. Uçak rötar yapınca doğruca şirkete geldim. Malum burada sabahın 6.30'u senin ise uyku saatin çoktan gelmiştir. Hayata sizden altı saat önce başlıyorum ya."
"Uzun etme. Terzinin oğlu nasıldı?"
"Yakışıklığından eriyip kendimi ona altın tabakta sunacak kıvama geldim. İnanmazsın fakat aramızdaki elektrik trafoları patlatacak kadardı Mina."
"Olamayacak kadar güzel, yaşanamayacak kadar sıra dışı bir macera yaşadığını hayal etmişsin sevgili kardeşim. Seni altın tabağın üstünde ancak adamı yumruklarken hayal edebiliyorum," diyen Mina kahkahalarla gülüyordu.Ben de gülmeye başladım. "Saçma salak konuşma, adamın orta yaşlarda olduğunu söylemiştim. Gerçi efendilik konusunda yanılmışım ama hallettim."
"Nasıl hallettin, yoksa adamı tabak muhabbetiyle kalpten mi gönderdin? Canın isteyince ne kadar cilveli olduğunu iyi bilirim," diyen Mina'nın yenilenen kahkahaları kulaklarımı tırmalamıştı.
"O kadar komiksin ki yanımda olsan gırtlağını sıkıp sevimsiz kahkahalarını sonsuzluğa havale ederdim. Hem cilve benim değil senin ilk adın canımın içi. Ne yapacağım, depoda kumaş gösterirken yardım edeceğim bahanesiyle elimi, omuzumu ve bacaklarımı okşayarak tutmaya başlayınca ben de asla almayacağım en üstteki kumaşları indirtip kaldırttım. Görmen lazımdı, ilk rica ettiğimde pazularını göstermek için öyle hareketler yaptı ki gülmemek için kendimi zor tuttum. Üçüncü ricamda gözlerime ağlayarak bakmaya başladı, beşincisinde ise bahane bulup yok oldu. İşim bitince telefon açıp çağırmasam hiç dükkâna gelmeyip direk dükkânı üzerime yapacaktı," dediğimde Mina dayanamayıp, "O kadar mı? Bence bütün mal varlığını yapardı," dedi.
Ben gülerek devam ettim. "O kadar yorulmuştu ki yemeğe gitmek istemedi ama ben neredeyse sürükleyerek yemeğe de götürdüm. Yemekler bittiğinde aşırı bir şekilde alkol aldığından masada sızmıştı. Lokanta sahibine para verdim taksi tutup evine gönderecekti," dediğimde odanın içi yeniden Mina'nın kahkahalarıyla dolmuştu.
"Aferin kardeşime. Biz bu türlere ne diyoruz? At sineği, yapıştı mı bırakmazlar. Kurtulmak için ne gerekiyor sinek ilacı. Aklın sayesinde benim zorla çantana koydurduğum biber gazı spreyini sinek ilacı yerine kullanmak zorunda kalmamışsın."
"Onu kullansam o zaman kalpten giderdi benim merak kumkuması ablacığım."
"Sahi sen neden gittin? Dönem dizisine destek olmak için çalışıyorsun ama ağır işçilik yaptırıyorlar. Söyle o mendebur patronuna bir daha böyle işler vermesin sana."
"Mendebur olduğunu nereden biliyorsun?"
"Mendebur diyen sendin kuzum hatırla istersen,"
" Kesin bir şeylere kızmışımdır. Neyse asıl konuya geliyorum, sana öyle kumaşlar buldum ki görünce kafayı yiyeceksin."
"Göstersene,"
"Kargoya verdim. Bugün yarın gelir, gelince haber veririm."
"Tamam bebeğim, sesini duyup seni gördüm ya rahatladım uyuyabilirim. Bana bak bir daha sadece telefonda tanıştığın hiçbir adama yemek sözü verme."
"Mina ben yirmi altı yaşındayım, dört senedir kendi başıma dünyanın bir ucunda yaşıyorum. Beni merak edeceğine git müstakbel kocanı merak et."
"Onu neden merak edeyim ki yanımda uyuyor."
"Yuh artık yine mi bir hafta ayrılığa dayanamayıp İstanbul'a yanına geldi. Sen zaten birkaç gün sonra Almanya'ya dönmeyecek miydin?"
Mina, "Biz buna aşk diyoruz Adacığım. Şimdi kapatıyor ve güzellik uykuma yatıyorum tatlım. Sana iyi çalışmalar," demesiyle birlikte telefonu kapattı.
Telefon kapanır kapanmaz "Ada sen salak mısın? Neden Mina'ya merakını tavan yaptıracak Jeju adasına gideceğini hatta orta yaşlı bir adamı yemeğe götüreceğini söyledin ki? Neyse hiç değilse bu sefer kendini tutmuş anneme anlatmamış. Bu da bir başarı," diye söylenmeye başladığım sırada kapıya dayanmış beni seyreden Andy'yi gördüm. İlk düşüncem konuşmalarımızı duymuş olabileceği olsa da Türkçe bilmediği aklıma gelince rahatladım. "Günaydın,"
"Uçağın çok geç inmiş sen de havaalanından doğruca buraya gelmişsin," dediğinde güvenlik görevlilerinden bilgi aldığını anlamıştım.
"Evet," dedikten sonra masanın üzerine serdiğim kumaşları gösterdim. "Aradığımdan daha iyisini buldum."
"Bay Park nasıldı, bir sorun çıkardı mı?"
"Yok, elinden geldiği kadar bana yardım etmeye çalıştı. Efendi orta yaşlı bir beydi."
"Yemek nasıl geçti?""İyi geçti, bir sorun çıkmadı dedim ya,"
"Öyle diyorsan öyledir," dedikten sonra yanıma geldi ve kumaşlara baktı. "Gerçekten Japon döneminden mi?"
"Evet, üzerlerindeki kağıtlara bakabilirsiniz."
Bir müddet daha kumaşları inceledikten sonra "Ada, bundan böyle dışardan alınması gereken her ne olursa olsun Ha-Jun'a söyle o halletsin," dedi.
Şaşırmıştım. Bir an aklımdan Türkçe biliyor olabilir mi acaba diye geçti. "Neden?"
"Neden olacak, bir hafta içinde tasarımını bitirmen gereken nakış işi vardı unuttun mu? Bugün senin için ölü gün olacak, dün de öyleydi. Verdiğin söze iki gün ilave ediyorum yani dört günün var. Bütün gece ayakta kaldın evine git dinlen. Yarın gelirsin," dedi.
Bunları söylerken işi ne kadar kolayladığımı bilmiyordu. Söylemeye de gerek yoktu. İtiraz etmeden "Peki," dedim. Nasılsa eve gidip birkaç saat uyuduktan sonra çalışmaya devam edebilirdim. Ve bir hafta dolmadan tasarımlarımı gözüne sokardım. İşte şimdi tam bir mendebur vardı karşımda. Ben eve gitmek için toparlanırken yanımdan hızla çıktığını yan gözle gördüm. İçimden herifin dengesiz hareketlerine sayıp dökmeye başladım.
Şirket binasının kapısına çıktığımda bardaktan boşanırcasına yağmur yağıyordu. Seul'da şemsiyesiz gezmemek gerektiğini bilmeme rağmen yanımda şemsiye yoktu. Bir an kara kara düşündüm. Elime aldığım çantamı başıma koyarak caddeye koşmaya başlayacağım sırada başımın üzerine bir şemsiye açıldığını gördüm. Hayretle başımı kaldırdığım anda Andy'nin simsiyah gözleriyle karşılaştım. Gözlerimiz o kadar yakındı ki onu bir yerlerden tanıdığım hissine kapıldım. Ve o Şaşkınlıkla hafifçe geriye çekilince dengemi kaybedip geriye doğru kaykılmaya başladım. Tam o sırada uzanıp kolumu tuttu. "Dikkat et!"
Kısacık bir an yine gözlerimiz birleşti ve gözlerinde bu temastan rahatsız olduğu hissi vardı. Pişman olmuş bir tavırla elini kolumdan çektiğini gördüğüm zaman nedensizce kırıldığımı hissettim. Çok garip ve anlamsız bir histi bu, hislerimi belli ederim korkusuyla telaşla, "Hayrola? Bir randevunuz mu vardı?" diye sordum.
"Evet," diye cevap veren Andy'nin gözleri üzerimdeydi. "Bu havada taksi bulman imkânsız. Gel seni evine bırakayım."
Gözlerimi onun gözlerinden zorlukla çekerken bu tuhaf duruma bir anlam vermeye çalıştığımın da farkındaydım.
"Gerek yok. Taksi bulurum merak etmeyin."
"İnatçılığı bırak," diyen Andy o sırada arabasıyla gelmiş olan şoförüne bir işaret yaptı. Beni de neredeyse sürükleyerek arabanın arka koltuğuna oturttu. Yanıma geçip oturduğunda yüzü sanki maske takılmış gibi ruhsuz olmuştu. Şoförüne "Ada Hanım'ın adresini biliyorsun, önce onu bırakalım," dedikten sonra kafasını dışarıya çevirdi.
Araba adresime gelene kadar tek bir kelime bile konuşmamıştık. Andy dur durak bilmeden gelen telefon konuşmalarına yoğunlaşmıştı. Ben arabadan inerken sadece, "İyi dinlen," deyince kapıyı kapatmadan önce "Teşekkür ederim," diyebildim.
Eve girerken düşünceler kafamda cirit atıyordu, onun yüzünü ve daha da önemlisi gözlerini medya dışında nerede görmüş olabilirim diye düşünüyordum. Büyük ihtimalle hafızamın bir yerine yazılmış olduğunu düşündüğüm o bakışlar, medyada görmüş olduğum birkaç fotoğraftan aklımda kalandı. "Aman boş ver," diye mırıldandım. Ne yapacağı belli olmayan bir patronla çalışmanın zorluklarını hiç hesaplamamıştım doğrusu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GELİNLİKTEKİ SIR
Genel Kurguİstanbul'dan Güney Kore'nin başkenti Seul'e okumak için giden Ada'nın yolu, Asya ülkelerinde tanınmış oyuncu, şarkıcı ve şarkı sözü yazarı Andy ile kesişir. Bu kesişme ikisini de farklı şekillerde etkileyecektir. Aralarındaki farklılıklar dil, din...