Merhabalar...
İlk bölümle karşınızdayım.
Dürüst olmak gerekirse de çok heyecanlıyım.
Umarım onları anlarsınız. Çünkü anlaşılmak bazen pek çok şeyden daha önemli olabiliyor.
Oy ve yorumlarınızla satırlarımı renklendirmeyi unutmayın..
Buraya başladığınız tarihi bırakabilirsiniz.
Keyifli okumalar dilerim..
****
Nessa Barrett - La Di Die
****
An'da Kalanlar ve An'ı Yaşayanlar
"Bir an yetiyor, bir insanı hayattan koparmaya; bir insan yetiyor, bir diğer insanı, bir an'da hayatta tutmaya."
Sessizliğiyle içimi ürperten mezarlıkta bakışlarımı gezdirdim. Burada yatan insanlar da bir zamanlar hayattaydı. Hayalleri, umutları ve yapmak istedikleri pek çok şey vardı. Bedenlerinin yanı sıra hayalleri de toprağın altına gömülmüştü. Tıpkı annem gibi... Tıpkı babam gibi...
Gözlerimden yanaklarıma doğru usulca süzülen gözyaşlarımı elimin tersiyle sildim. Derin bir nefes aldım. Düşüncelerimi bir kenara bıraktım, gözlerimi karşımda duran pastaya diktim. Doğum günü pastama...
Titreyen ellerimle pastamın üzerine üç mum diktim. Sırasıyla her birini yaktım.
Bir mum... İki mum... Üç mum...
Gözlerimi kapattım, bir dilek tuttum. Son dört senedir aynıydı dileklerim. Gözlerimden birkaç damla süzülürken yine aynı şeyi diledim.
Onu bulmak... Ailemin katilini... Sahip olduğu her şeyi elinden almak, hayatını cehenneme çevirmek... Tek dileğim ve yaşama sebebimdi.
Benim doğum günüm, onların ölüm günüydü. Dört yıl önce bir cinayete kurban gitmişti anne ve babam. Ben ise son dört yıldır, tam da bu tarihte mezarlarına gelirdim. Onların mezarı başında doğum günümü kutlar, hep aynı dileği dilerdim. Hala ilk günkü gibiydi öfkem. Hiçbir zaman azalmamış, aksine günbegün artmıştı.
Tam da bunları düşünürken omzumda bir el hissettim. Tolga...
Bana güç vermek istermiş gibi omzumu hafifçe sıktı ve mezarlarına birer pembe karanfil bıraktı. Karanfilleri bıraktıktan sonra bana döndü. "Aysu..." dedi. "Gidelim mi artık? Hava soğumaya başladı. Üşüteceksin."
Başımı onu onaylayacak bir biçimde sallamakla yetindim. Yanıma gelip koluma girdi. Beraber arabasına doğru yol aldık. Arabaya bindim, emniyet kemerimi taktım. Kafamı cama yasladım. Dışarıyı izlemeye koyulduğumda Tolga'nın bakışlarını üzerimde hissediyordum. "Ne diledin?" diye sordu.
İç çektim. "Her sene bunu sormak zorunda mısın gerçekten? Beni iyi tanıyorsun."
Bana bir bakış attı ve önüne döndü. "Evet, seni iyi tanıyorum. Sen de beni tanıyorsun değil mi? Senin için yapamayacağım hiçbir şey yok. Bilmelisin." dedi. Ona doğru döndüm. Bakışları sözlerini destekliyordu.
Benden hoşlandığını biliyordum. Ona o anlamda karşılık vermediğimi, hiçbir zaman da vermeyeceğimi biliyordu. Buna rağmen asla beni bırakmamış, her anımda yanımda olmuştu.
Sessizlik aramızda bir çığ gibi büyürken yolculuğumuz devam etti ve nihayet eve geldik. Aynı apartmanda kalıyorduk. Ben üçüncü kata doğru yol alırken Tolga bana doğru döndü. "Yalnız kalmak istediğine emin misin? Beraber vakit geçirebiliriz, kafan dağılır belki."
Çantamda anahtarımı aradım ve başımı olumsuz anlamda iki yana salladım. "Teşekkür ederim ama yalnız kalsam daha iyi. Yarın okulda görüşürüz." dedikten sonra kapıyı açtım ve evime girdim. Kapıya yaslandım, derin bir nefes aldım.
Yalnızlık benim için bulunmaz bir nimetti. Kendimle baş başa kalıp yaralarımı sarmayı iyi bilirdim.
Üzerimi değiştirip rahat bir şeyler giydikten sonra kendime kahve yaptım.
"En iyisi bir şeyler okumak..." dedim kendi kendime. Ne zaman kendimi kötü hissetsem, işin içinden çıkamıyor gibi olsam hemen kitaplarıma koşardım. Her kitap ayrı bir dünyaydı benim için. Her kitap gerçeklerden kaçmak için bir sığınak...
Kahvemi alıp kitaplığıma doğru ilerledim. Kitaplarımın üzerinde parmaklarımı usulca gezdirdim. Bir kitabın üzerinde duraksadı parmaklarım. Gece Yarısı Kütüphanesi isimli kitabı yavaşça yerinden çıkardım. Bu kitap garip bir şekilde bana huzur veriyordu.
Huzur... Yanlış bir kelime olmuştu aslında. Çünkü huzur, uzun zamandır bana uğramıyordu. 'Bu kitap beni iyi hissettiriyor... Terapi gibi...' demek daha doğru olurdu sanırım.
Düşüncelerimde boğulurken kaldığım yerden kitabımı okumaya devam ettim. İşe yaramıştı, kafam bir nebze de olsa dağılıyordu. Derken okuduğum satırlarda takılı kaldı bakışlarım.
"İçinde bir ateş vardı.
Ateş onu ısıtacak mıydı, yoksa yok mu edecekti, bilemiyordu.
Derken anladı.
Ateşlerin nedeni yoktu.
Nedeni ancak o yaratırdı.
Güç ondaydı."
İçimdeki ateş... Beni daha fazla yaralayacak mıydı? Yoksa bir nebze de olsa yaralarıma merhem mi olacaktı? Belki de yara bandı?
Bilemiyordum.
Belki de en iyisi uyumaktı. Uyumak bazen bazı insanlar için gerçeklerden kaçmaktı. Ben de o insanlardan biriydim. Her şeyi, okuduğum o son sayfada bırakıp uykuya daldım.
*****
İlk bölümümüz sona erdi...
Düşüncelerinizi çok merak ediyorum.
Her salı ve her cuma yeni bölüm gelecek.
Oy ve yorumlarınızla satırlarımı renklendirmeyi unutmayın.
Öpüyorum..
21.06.2023 23.36
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AN (TAMAMLANDI)
Romance23 Mayıs 2000. Doğumum benim kıyametimdi. Çok sevdiğim o doğum günlerim, şimdi bana cehennemdi. Kendimin en büyük düşmanı yine bendim. Ben, kendimi bir cehenneme hapsetmiştim. Bir mum, iki mum, üç mum... Bir yalan uydurdum. İki ceset buldum. Bir mum...