Merhaba..
Yeni bölümle karşınızdayım. Bu bölümdeki bazı sözcükler kalbime işledi....
Keyifli okumalar dilerim!
***
Her ne yaptıysam...
Tolga'nın sözleri zihnimde yankılanmaya devam ediyordu. Her ne yaptıysam, demişti. Bu sözleriyle ne demek istemişti. Sahiden, benim için ne yapmıştı?
Son günlerde yaşadıklarım, ruhuma iyi gelmemişti. Bildiğim tek şey ise gerçekleri öğrenmeden bu işe bir son vermeyecek olmamdı.
Bu yaşıma kadar acı bir gerçeği, pembe bir yalana tercih etmiştim hep. Sahteliğe, kandırılmaya tahammülüm yoktu. Bu durum kalbimi ve gururumu fazlasıyla incitirdi.
Birinden yalandan sevgi sözcükleri duymaktansa o kişinin nefretini yeğlerdim.
Şimdi ise karşımda canımı epey sıkan bir bilinmezlik vardı. Ne yapacaktım? Ne yapmalıydım? Hangi davranışım beni bu bilinmezlikten kurtarıp gerçekleri açığa çıkarırdı?
Bilinmezliklerle doluydu beynimin içi; düşüncelerimin ağırlığı altında eziliyordum.
Bir plan yapmam lazımdı. Bir plan yapıp her şeyi yoluna koymalıydım. Başımı iki ellerimin arasına alıp bugün okulda olanları düşünmeye başladım. Tolga oldukça öfkeliydi karşısındaki kişiyle konuşurken. Yanılmıyorsam ona Faruk, diye hitap etmişti.
Faruk, dedim... İlk olarak bu isimle başlayabilirdim. Sehpanın üzerinde duran telefonumu elime alıp Tolga'nın sosyal medya hesaplarında Faruk'u aramaya başladım. Karşıma iki Faruk çıkmıştı.
"Tolga'yı bu kadar sinirlendiren hanginizsiniz acaba?" dedim.
Koltuğa iyice yerleştim. İlk olarak rastgele birinin hesabına tıkladığımda, hesabının gizli olduğunu gördüm. Bu nedenle diğerinin hesabına girmeye karar verdim. Çok fazla paylaşım yapmamıştı, sadece birkaç fotoğrafı vardı. Fotoğraflardan biri bizim fakültede çekilmişti. Sarı saçlarını ve kemikli yüzünü hafızama kazıdım. Diğeri hakkında herhangi bir bilgim olmadığı için ilk olarak bu kişiye odaklanmaya karar verdim. Fakat şöyle tekrardan bakınca bu kişinin de aradığım adam olamayacağını düşündüm.
Çalan zille birlikte telefonu kenara bıraktım. Ekranı kapatmamıştım. Ayrıca bu saatte gelen de kimdi?
Kapıya doğru yavaşça yol aldım ve kapının deliğinden baktığımda Kerem'i gördüm. Kalbim, göğüs kafesime sanki kilometrelerce koşmuşum gibi hızlı hızlı çarpmaya başladı. Kapının yanında bulunan aynada kendime çekidüzen verdim. Fena sayılmazdım. Üzerimde şort ve salaş bir tişört vardı. Dağınık topuz olan saçlarımı, el yordamıyla düzeltebildiğim kadar düzeltip kendime son bir bakış fırlattım. Kapının yakınında gözüme ilişen dudak nemlendiricisini orta kalınlıktaki dudaklarımda belli belirsiz gezdirdim. Daha sonra kapıyı açtım.
Kerem, gamzelerini cömertçe ortaya çıkaran bir gülüş armağan etti bana. Görünüşe göre tek armağanı da bu değildi. Elinde kocaman bir buket vardı. Bir lale buketi... Kırmızı laleler... Büyük aşkların simgesiydi. En azından ben öyle duymuştum. Acaba Kerem de bunu bilerek mi almıştı?
"Hoş geldin Kerem." dedim kapıyı sonuna kadar açarak.
İçeriye doğru adım atarken buketi ve elindeki poşeti bana uzattı. "Hoş buldum bebeğim."
Poşeti ve buketi kenara koydum. Ona sıkıca sarıldım. Kapıyı kapattıktan sonra Kerem de kollarını bedenime doladı. Başını ise boynuma sakladı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AN (TAMAMLANDI)
Romance23 Mayıs 2000. Doğumum benim kıyametimdi. Çok sevdiğim o doğum günlerim, şimdi bana cehennemdi. Kendimin en büyük düşmanı yine bendim. Ben, kendimi bir cehenneme hapsetmiştim. Bir mum, iki mum, üç mum... Bir yalan uydurdum. İki ceset buldum. Bir mum...