Telefonunu bir saniye gözünün önünden ayırmadı belki bir yerden numarasını bulup da arar diye. Gelen her mesajda, her telefonunun çalışında yüreği hopladı, odur diye. Ama ya babası arıyordu, ya da Şüheda mesaj atıyordu ve bu da telefonunu duvara fırlatıp parçalama isteğiyle yanıp tutuşmasına sebep oluyordu.
Ablası da Barış’ın numarasını kaybetmişti, o yüzden kendisi de arayamıyordu, belki bulsa da cesaret edip arayamayacaktı!
Kimse kimseye onu sormuyordu, sanki Barış hiç o sınıfta olmamış gibi herkes hayatına devam ediyordu. Hocalar bile raporlu kelimesinden başka bir şey söylemiyordu.
Onun yokluğunun beşinci günü ablasının görücüleri için hazırlıkları tamamdı. Ablası üstüne buz mavisi, ince dantel işlemeli, sıfır kol ve hafif kabarık bir abiye giymişti. Saçlarını ve makyajını kuaförde yaptırmıştı. Asya’nın da kuaföre gelmesi için ısrar etmişti ama o gitmemişti.
Çok güzel görünüyordu ve nedense mutluydu. Bu durum sinirlerini bozmuştu Asya’nın. O Barış’ı kaybettiği için mutsuzluktan geberirken, onun daha dün sevgilisinden ayrılıp, bugün başkasıyla evlenmek için can atması Asya’yı çileden çıkartıyordu.
Akşam saat sekize doğru evlerine kalabalık dolmaya başlamıştı. Önce kendi akrabaları gelmişti. Herkes süslüydü. Tek süssüz kendisiydi, ama takmadı.
Sekiz buçuğa doğru da ablasının görücü kalabalığı yığıldı eve. Evde adım atmaya yer kalmadı. Herkes şıkır şıkır giyinmişti. Özensizce giyindiği beyaz pantolonuyla, açık mavi gömleğinden, bu kez utanır gibi oldu.
Zar zor damadı yandan görebildi. Laz olduklarını söylemişti babası ama burnu uzun değildi, ablası adına sevindi, çünkü uzun burun asla ablasının tarzı değildi.
Yüzükler takılıp, kurdeleler kesildiğinde, işin ciddiye bindiğini nihayet fark eden Asya, ablasına yapıştı ve onu yakında elinden alacak olan eniştesine dik dik baktı.
Törenden sonra, nişana kendisini zorla davet ettiren Remziye, Asya ile göz göze gelince, bu anı beklermiş gibi, kızın dibine sokuldu.
“Yeğenim Özgür’le tanıştıracağım seni.” diye fısıldadı kızın kulağına. Asya koşarak kaçtı yanından. Mutfağa girdi. "S*çayım Özgür’e!" diye yırtındı, at gibi tepindi.Nihayet ev tamamen boşalınca, Asya ablasıyla baş başa kalmayı başardı. Çantasının tüm gözlerini, yatağının altını, pantolonlarının ceplerini, gömleğini, yeleğini, montunu, hırkasını, pijamasını, iç çamaşırlarını tek tek arattırdı ama yoktu! Kağıt nereye girdiyse yoktu işte, bulamadılar.
Pazartesi günü geldi. Kesin gelir umuduyla, okula koşarak gitti. Ama koştuğuna değmedi. Yine gelmemişti! Tüm gün, belki ikinci ders gelir, belki beşinci ders gelir, diye bekledi. Sinan Çetin'in kapısını seyreder gibi sınıfın kapısını seyretti durdu. Ama ne ikinci ders geldi, ne beşinci, ne altıncı...
Ama Çarşamba günü farklı bir şeyler oldu. Teneffüs arası, Şüheda ile yerlerinden kalktılar, tam lavaboya gidecekken, Şeyma’nın Duman dediğini duyar gibi oldu. Şüheda’ya göz etti hemen ve geri oturdular.
…
"Ne işin var Duman’ın evinde mal mısın?"
"Gelmeyince merak ettim, çok hasta ama ya!" Küçük bir kahkaha atarak devam etti. “Hastayken bile yakışıklı!"
"Ayy neresi yakışıklı o ayının?"
"S*ktir git İnci. Seninle konuşanda kabahat!"
Çantasını kitaplarını toparlayıp iki sıra ileri oturdu. İnci hiç umursamadan çantasından çıkardığı çikolatalı gofretini yemeye girişti. Çıtırdayan gofretin sesi sınıfta yankılandı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HER AN SENİNLEYİM
Teen Fictionİngilizcecinin tahtaya yazdığı anlaşılmaz kelimeleri zorlukla seçip defterine geçiren ve hocanın anlattıklarını pür dikkat dinleyen kız, kendisini de pür dikkat izleyen gözlerin varlığından habersizdi. O gözler için, kızın kolunu hafifçe kaşıması;...