56.

1.3K 483 579
                                    

Bu kas kütlesinin Ahmet olabilme ihtimalini asla düşünemediklerinden dolayı, bir süre, çocuğun yüzünü gözünü iyice incelediler. Ses tonuyla ve ablak suratıyla; evet, bu kişi Ahmet'in ta kendisiydi! Ama sadece kafa ona aitti. Bu vücut, asla Ahmet'e ait olamazdı.

Ahmet; kımıldamadan kendisini seyreden üç gence, artık gülümsemiyordu. Çünkü, dakikalardır kimseden bir yakınlık görememişti ve bu da ister istemez, hala geçmişin gölgesine takılıp kalmış oldukları fikrine kapılmasına sebep olmuştu. Bunca şeyin üzerine bir sünger çekip, buralara kadar gelmemeli miydi?

Oda kapısına kolunu dayamış, pür dikkat kendisini inceleyen Bilal'e bakındı. Barış'ın gerginlik çıkarma ihtimalini göze almıştı tabi, ama Bilal ile yedi-yirmi dört irtibat halindeydiler. Telefondayken; dostum, canım, cicimdi de, şimdi Barış'ın yanında düşman mı kesilivermişti?

Ahmet'in aklından geçenlerden habersiz olan Bilal; onun ciddi ciddi Ahmet olduğuna yeni ikna olmuş olsa gerek, "lan şerefsiz!" Diye neşeyle konuşup, yatakta kafasını tutarak oturan Ahmet'in üzerine çullandı.

Ahmet, geç de olsa beklediği tepkiyle karşılaşınca, kafasındaki acıya rağmen derin bir rahatlama hissetti. Dostuna sıkı sıkı sarılırken, bir yandan da; yere sabitlediği ayakkabı çekeceğine dayanmış, mahcup mahcup kendilerini seyreden Barış'a bakındı. Sanki, beni de alın aranıza, der gibi bakıyordu ve Ahmet, kaslı kollarını iyice açıp, Bilal'in yanında ona da yer verdi.

"Çok özledim sizi!" Dedi Ahmet özellikle Barış'a hitaben konuşmuştu. Bilal'i de özlemişti elbet, ama hiç iletişimleri olmadığından dolayı Barış'ı daha bir özlemişti. "Dayanamadım geldim. Ağzımı yüzümü de kırsanız, bacaklarımı felç de etseniz gitmeyeceğim, şimdiden söyleyeyim."

Bilal ve Barış birbirlerine bakarken ikisi de Ahmet'i dövdükleri günü hatırlayıp pis pis sırıttılar. Hemen ardından Bilal; "Defalarca konuştuk bunu kanka." Diye konuştu sakince. Elini Ahmet'in omzuna atıp, kafasına hafifçe kafa attı. "Daha ne kadar başımıza kakacaksın?"

"Siz defalarca konuştunuz belki, ama biz hiç konuşmadık." Diye araya girdi Barış. Yatağa yanlamasına oturup, çocuğun yusyuvarlak gözlerine, ters ters baktı. "Kaç kere aradım seni, tek suçlu ben miyim de bakmıyorsun telefonlara?"

Ahmet başını önüne eğdi. Suçluluk, utanç ne ararsan vardı şu an suratında ve bunu onlara göstermek istemedi.
"En büyük suçlu benim, belki de o yüzden konuşmak istememişimdir."

"Sizin tek suçunuz böyle bir şeyi benden saklamış olmanızdı!" Diye konuştu. Aklına gelince yine sinir basmıştı, ama kendisini tutabilecek durumdaydı. "Adam gibi karşıma gelip, -kardeşine aşığım!- deseydin o kadar çok dövmezdim."

Ahmet, ortamın gerginliğine ve ciddiliğine rağmen kendisini tutamayıp burnundan küçücük güldü
"Her türlü dövecektin yani?"

"Ağzını yüzünü tabi ki kıracaktım." Dedi Barış ciddiyetle. "Yeliz benim için annemden babamdan bile daha değerli. Ona yan gözle bakacak olan adam" tek kaşını kaldırıp, parmağını Ahmet'e sertçe salladı. "Bu kişi sen bile olsan, önce, bu hadsizliğin bedelini ödeyecekti. Ama sanırım bir iki ay sonra, empati yapardım."

Öğrenme şeklinin korkunçluğundan olsa gerek, Barış bu empatiyi iki ayda değil de, iki yılda yapabilmişti. Ama ne Yeliz'den, ne de Ahmet'ten karşılık alamamıştı. Yeliz'in giydiklerine karıştığı, ottan çöpten sebeplerle saatlerce didiştikleri, onun hayatına burnunu sokup, onu gıcık ettiği günler çok eskilerde kalmıştı ve Barış artık kardeşini geri istiyordu.

Ahmet, başını yerden kaldırmadan, onu başıyla onaylarken, "kardeşimle ne alemdesiniz bilmiyorum." Diye devam etti Barış. O an Ahmet'in içine bir sızı yerleştiğinden ve yüzünün ateş attığından habersizdi.

HER AN SENİNLEYİM Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin